« Delikanlı bir çocuktu / Saçları kıvırcıktı / Gözleri ışıl ışıl gülerdi / Bıçkındı çalışkandı / Aşıktı sırılsıklam // Ölesiye sevdalı / Kurtuluşa tutkundu / Sözünden asla caymazdı / Sonsuzluğa gittiğinde / Paris’te sürgündü » İbrahim Yalçın

ZAMAN YAVAŞLARKEN

Engin Erkiner


8. yıldaki yazı için bir yıl öncekine baktım ve açıkçası afalladım. Orada “Arnavutluk (1912-1992) kitabını bitirdim yazıyordu. Bu durumda geçtiğimiz bir yılda Çin Sosyalizmi (1949-2022), Vietnam-Laos ve Pazar Sosyalizmi, yakında yayınlanacak olan Kamboçya – Kendini Yıkan Devrim kitaplarını bitirmişim. İki yıl geçti sanıyordum, bir geçmiş. Ya da zamanın akışı benim için yavaşlamış.

Videolardan söz etmiyorum, onlar 4-5 günde bir yayınlanıyorlar. 

Geçen yılın sonlarında barsak kanseri nedeniyle ameliyat oldum ve kanser kemoterapi görmeden geride kaldı.

Sana kaç kere söylendi: sağlığın iyi değil, yüzünden belli, muayene ol diye ama kime anlatıyorsun?

Belirtiler açık olarak ortaya çıkınca da harekete geçmek için geç kalınmış oluyor.

Sağlık konusundaki bu vurdumduymazlık sana özgü değil, sosyalistler arasında yaygın…

Çok sayıda insan değişik kanser türlerinden ölüyor. Bunların küçük olmayan bir bölümünün geç ve hatta çok geç harekete geçtiğini tahmin ediyorum. 

Nedenini bilemiyorum, herkesin kendine göre nedeni vardır herhalde…

Paris’te tanıdığın tip yakınlarda öldü. Hakkında kötü bir şey bile yazmadım, buna bile değmez.

Geçen gün Antakya’da mezarlıktaki fotoğrafı gördüm, güldüm; ne diyeyim?

Fotoğraf dar açıdan çekilmiş; bilinen numara, az katılım sayısını gizlemek için böyle yapılır.

İki kişi gelse ne olur, 20 kişi gelse ne olur; ne fark eder?

Tek şey fark ediyor: bu kent depremde yıkıldı, büyük göç yaşadı ve tükenmenin eşiğine geldi. 

Her olayda bu durum yeniden görünüyor.

Fidel Castro’nun Havana’ya girdiği gibi Antakya’ya gireceğini sananlar düşünsün, bize ne!

Bu yıllık bu kadar…

Yaşasaydın da videoların yaygın izlenmesini görseydin keşke…

Kullandığımız değişik kanallarda toplam iki milyonun altına inmiyoruz zaten. Bir ara 6 milyona kadar çıkmıştık. Bu rakamı Youtube bildirmişti. Rutin iki milyonun üzerine paylaşmalar da geliyor ki, onların sayısını bilemiyoruz. 

Tahminim çok sayıda CHP’linin de videoları izlediğidir. Neden dersen, ülkede bu kadar sosyalist bulunmuyor. Özellikle İzmirli arkadaşlardan böyle olduğunu duyuyorum. 

Yeter, ne diyelim!

 




İBRAHİM YALÇIN YAZISI

Engin Erkiner

 

Geçen bir yılda değişen fazla bir şey bulunmuyor. Arnavutluk 1912-1992 kitabını bitirdim, video yayını eskisi gibi sürüyor.

Belki şu da belirtilebilir, seninle anlaşamadığımız konu iyice açıklığa kavuştu. 

Sen eski arkadaşların bir araya toplanmasını ve birlikte mücadele etmesini isterdin. Ben de, boşuna ümitlenme, bu insanların bir şey yapmaya niyetleri yok, derdim. Niyeti olan kimseye sormaz ve yapar. Hataları olabilir, önemli değil, düzeltilir. 

Böyle bir niyet yok. İnsanlar yıllar öncesiyle uğraşıp avunuyorlar, daha doğrusu zaman geçiriyorlar.

Günün birinde karşılaşacak olursam bu insanlarla konuşmak istemem. 

Ne konuşacağız?

45 yıl önce şöyle olmuştu, neden böyle olmuştu? 

Başka işim mi kalmadı?

Bu arada şiddetli deprem nedeniyle Antakya konusu da tümden bitti.

İçimize Muhaberat ajanının sızdığı, İstanbul’a uzanan polis takibinin başladığı Antakya…

Denildiğine göre kentin üçte ikisi yıkılmış, ölü sayısı hayli yüksek… 

Hatırlıyorsun değil mi; adamın biri “Fidel Castro’nun Havana’ya girdiği gibi ben de Antakya’ya gireceğim” demişti. 

Hayatı palavra orasını biliyoruz da, şimdi girilecek kent de kalmadı. 

Tersine Türkiye, Suriye’ye girdi.

Başka da önemli bir şey yok…

Devam…







İBRAHİM YALÇIN: 6. YIL

Geçen yıldan bu yana neler olduğunu kısaca belirtirsem;

İki yeni kitap yayınlandı. 

İlki  Sol İçi Şiddet  konusunda…

Daha önceki kitabı genişleterek yeniden yazdım ve internete yerleştirdim.

Ardından  Sosyalizmden Kapitalizme Geçiş - Bulgaristan ve Romanya  yazıldı.

Sonraki adım  Arnavutluk ve ardından da Yugoslavya tarihi  idi. 

İlki için okumaları büyük oranda yaptım ama yazmaya başlayamadım. Geçen yılın Temmuz ayında video programları yapmaya başladım. Şu ana kadar 85 tane oldu, ayda ortalama on tane… Bu kadar fazla yapmayı planlamamıştım ama bekdiğimden çok bir ilgiyle karşılaştım. İzleyici sayısı kısa sürede tırmandı ve yarım milyondan aşağıya inmez oldu. Bazıları milyonun epeyce üzerine çıkıyor. Mesela, Kazakistan ile ilgili olarak hazırladığım “Rusya’nın arka bahçesi” konulu videoya BBC Türkçe Servisi referans verince sayı kaça kadar çıktı, bilmek mümkün değildir. 5-10 milyon arasında bir şey oldu herhalde…

Eğer konuyu biliyorsan, her yerde söylenen lafları tekrarlamıyorsan, ifaden de iyiyse, insanlar izliyorlar. Yoksa neden izlesinler? İnsanlar hiçbir şey söylemeyen yazılardan olduğu gibi kuru gevezelikten de bıkmış durumdalar.

Belirttiğim gibi epeyce zaman alıyor…

Hangi yıldı hatırlamıyorum, “sendeki üretim kapasitesi müthiş” gibisinden bir belirleme yapmıştın. Ben de, “o kadar değil” diye cevap vermiştim. Sistemli ve sürekli çalışma olmadan bir şey olmaz. Her yetenek ancak çalışmayla gelişebilir.

Sen demiyor muydun, “sürekli not alıyordum ama kitap yazabilecek durumda değildim, bu site beni yazar yaptı” diyen… 

Sürekli yazıyordun; ister anılarını yaz, istersen Miro’nun hainliklerini…

Eksiklerini görüp düzeltiyordun ve böylece gelişiyordun. Herkes aynı yoldan geçmiştir. Sistemli ve sürekli çalışmadan herhangi bir konuda kayda değer gelişme olmaz.

Bunların dışında söyleyebileceğim bir şey yok. Herifi merak ettiğini biliyorum ama neredeyse hiç ilgilenmiyorum. Dediklerine göre sürekli bana küfredermiş! Etsin tabii, benim de umurumdaydı zaten… Bu herifte bana yönelik kara sevda ne olacak bilmem; onun derdi, bana ne!

Hayatın boyunca benden ve bizden yediği darbeyi unutamayacak… 

Başkaca da önemli bir şey yok…

 

Engin Erkiner

http://enginerkiner.org

 

 

 

http://ibrahimyalcin-paris.blogspot.com

BEŞ YIL SONRA İBRAHİM YALÇIN

Engin Erkiner


Anmaları sevmeyen bir insanım ve hele de her anmada aynı sözleri tekrarlamayı hiç sevmem. Bu nedenle geçtiğimiz bir yılın raporunu vermeyi tercih ediyorum. 

 

Pandemi nedeniyle insanların buluşması epeyce azaldı. Çok az yere gidebildim ve hayretle şunu gördüm ki, politik olarak geçmişte ilgim bulunmayan insanlar bile benim adımı taşıyan siteyi biliyorlar, izliyorlar. 

 

Neden böyle yapıyorlar, çünkü ben geçmişe ve günümüzde olanlara açıklama getiriyorum. Bunu yaparken de bilinenleri tekrarlamıyorum. Bu nedenle site en kötü gününde bile bin kez okunuyor, sayı bazen 3000 oluyor. 

 

Şu veya bu şekilde önümüzdeki aylarda ortalık açılacaktır ve Almanya’da yeni gelişmeler bekliyorum. 

 

Yazı yazmaktan bazen yorulduğum oluyor çünkü epeyce çalışmak gerekiyor. Kendi başına yazmak ya da birkaç sayfayı doldurmak kolaydır. Önemli olan okunacak şeyler yazmaktır ve bu da sürekli okumayı ve düşünmeyi gerektiriyor. 

 

Eskiden daha kolaydı, Miro hakkında düşünmeden bazen günde iki yazı yazıyordum. Herif “suç makinesi” ve bıraktığı izler de o kadar açıktı ki…

 

Ama bunlar geçti, ölümünden önce senin de belirttiğin gibi Miro konusu bitince sitenin okuru azalmadı, arttı. Oranını bilemem ama bunların önemli bölümünün yeni okur olduğunu sanıyorum. 

 

Miro dedim ya, “Eee, sonra?..” dediğini biliyorum.

 

Herifle ilgilenmediğim için ayrıntılı bilgim yok. İstediği kadar konuşsun, benim için ne istiyorsa onu söylesin, umurumda değil; on yıldan fazla zamandır söyledi de ne yapabildi ki? 

 

Sürekli olarak benimle bir şekilde muhatap olmaya çalışıyor, durmadan denemeler yapıyor. Derdi bizden yediği müthiş silleye cevap verebilmek, benimle muhatap olabildiği için –çakalları dışında diyelim- biraz olsun ciddiye alınabilmek…

 

Olmuyor…

 

Dahası çabaladıkça büsbütün batıyor…

 

Sitede geçmişteki yazıları insanlar dikkatli okumuşlar. Mesela Malak Fadal, Cemil Esat’tan hamileyken emir üzerine kadınla evlenmek zorunda kaldığını geçmişte yazmıştım. Malak’ın Cemil ile birlikte yaşadığı aylarda ben Suriye’de idim. 

 

Bana ne, ne halt ederse etsindi. 

 

Aradan yıllar geçtikten sonra Malak için “Suriye güzellik kraliçesiydi” demez mi!

 

Malak, sen de tanıyorsun, “yerde bulsam almam” denilecek bir tip…

 

Bölgenin Muhabarat sorumlusu Cemil’in emri üzerine evlenmek zorunda kaldı. 

 

Miro her yerde beni gündeme getirmeye çalışır, bazı insanlar da cevap olarak kendisine “Suriye’nin en büyük pezevengi” der, karşılıklı küfürlü ve neşeli bir atışma olur sonuç olarak… 

 

Sonradan öğrenirim ve hiç karışmam… 

 

Elinden geleni ardına koymasın ve yıllarca ne kadar zavallı bir tip olduğunu yeterince gördük. 

 

Birtakım tipler bana sürekli haber gönderiyor: “O tiple hiçbir ilgimiz yoktur” diyorlar. 

 

Yalan söylemiyorsanız kendiniz için iyi bir karar vermişsiniz, diyorum ama bu iş çoktan bitti, bana ne bundan? 

 

Sana o zaman da söylemiştim: bu herifte tedavisi mümkün olmayan derecede aşağılık kompleksi bulunuyor. Büyük saldırganlığının nedeni de budur. Bir şey yapamayınca iyice kuduruyor ama saldırmak zorundadır. Bu saldırı geçici olarak da olsa psikolojisine iyi geliyor. 

 

Ne yapsın garibim, başka çaresi yok.

 

Tedavisi mümkün olmayan bir ruh hastası…

 

Bu kadar Miro yeter… 

 

Bu yıl başında sosyalizmden kapitalizme geçiş konulu bir kitap çıkacaktı ama pandemi nedeniyle ertelemek zorunda kaldık. Bu arada çok sayıda kitabı internette yayınladık, umumun faydalanmasına açtık. 

 

İnternette pek dolaşmıyorum ama arada bir bazı yazıları okuyunca, o kitapları okuduklarını anlıyorum. Terminoloji benziyor çünkü… 

 

Keşke başka insanlar da çıksa, geçmişi tekrarlamanın ilerisinde yazılar yazsalar, çok iyi olacak ama benim bildiğim yok denilebilir…

 

Biz farklı bir teoriyi kurmaya çalışıyoruz ve bu konuda küçük olmayan adımlar da attık. Yeni bir teori, yeni bir söylem demektir. Mesela 1975 sonrasında çağdaş emperyalizm tahlilini, sosyalist harekete sokan bizdik. 

 

Bugün de sosyalizmden kapitalizme geçiş ve nedenleri ile alt emperyalizm denilince biz hatırlanıyoruz. 

 

Devam etmeliyiz…

 

Haydi yine isteğini tahmin ederek yazıyı Miro ile bitireyim. 

 

Yıllar önce herifin yazdıklarından bir cümleyi aktarmıştın ve çok gülmüştüm: “Castro’nun Havana’ya girdiği gibi ben de Antakya’ya gireceğim!..”

 

Helal olsun, ne diyeyim!

 

Zamanımız böyle bir soytarı görmedi…

 

 

 

 

 

https://ibrahimyalcin-paris.blogspot.com

İBRAHİM YALÇIN VE CORONA


Diyeceksiniz ne ilgisi var; şöyle bir ilgi var: dört yıl önce 13 Nisan’da İbrahim hayatını kaybetmeseydi eğer, aynısı bugünlerde gerçekleşirdi. Corona virüsü biliyorsunuz akciğer üzerinden bedeni tahrip ediyor. İbrahim 40 yıldan fazla süre günde en az bir paket sigara içtiğine göre ciğerlerinin sağlam olması mümkün değildi. Virüsü almakla hastalanmak aynı şey değil ama akciğer iyi değilse hasta olduğunuz gibi kötü hasta oluyorsunuz. Üstüne üstelik İbrahim bağlasan evde durmazdı. Fransa’da coronadan ölümler çok, Paris de hastalığın merkezlerinden birisi olduğuna göre akciğeriniz kötüyse kurtulmanız zordur. 

Neyse keşke dört yıl daha yaşasaydı da… 

Mutlu öldü. İbrahim’in mutlu ölmesinde önemli fonksiyonumun olması bana da mutluluk verdi. “Sürekli not alıyordum ama kitap yazacak durumda değildim, bu site beni yazar yaptı” belirlemesi kendisine aittir. 

Sosyalist hareketin değişik öbeklerinden insanlar bana “Bu tiple uğraşmaya değmez” demişti ama ilk adımlardan sonra sitenin Lazkiyeli Muhabarat’ın dışında çok sayıda yan ürünü olduğunu ve bunların hiç de önemsiz olmadığını görüyordum. İbrahim’in yazarlığı ve kitabı  Ey Hayat  bu ürünlerden birisidir. Cahit Çelik’in “60 yaşından sonra meşhur oldum” dediği Miro Masalı da bu ürünlerden birisidir. 

Neyse, her ölüm yıldönümünde İbrahim’e rapor gibi bir şey yazarım. 

Bu sefer yazacak pek bir şey yok.  TDAS’ın Tarihi  kitap olarak çıktı, en önemli haber budur. Lazkiyeli Muhabarat her yıl bir-iki kere ölür, çevreye de “Ben öldüm, haberiniz olsun” diye duyururdu. Bu yıl öldüğünü duymadım, kimse ciddiye almıyor, ondan herhalde. Reklam için de başka yol bulamadı anlaşılan… 

1987 yılında Paris’e geldiğinde sana söylemiştim: bunlar politik insanlar değil… Hangi görüşten olursa olsun politik insanların belirli özellikleri bulunur, bunlar öyle değil… Politiklikleri pis işleri örgüt adı altında yürütmelerinden geliyor. En güzel örneğini benden iyi biliyorsun, Paris’teki MK üyesi Salih… Birkaç ay önce Türkiye’den gelen bir arkadaş anlattı; her tarafa “Ben ona karşıyım, ilgim yok” dermiş. Doğrusu bizi de çok ilgilendiriyordu. Bu iş çoktan bitti, ne tarafta olduğunun da önemi kalmadı. 

Bunları geçelim… 

Sen yaşarken  40 Yıl Sonra TDAS  yayınlanmıştı, ardından yayınlanan  Mülteciler Göçmenler  kitabı sen sağken eline ulaşabildi mi, bilmiyorum. Bunun ardından beş kitap daha çıktı:  Geleceğe Dönüş  (Bu kitap ikinci TDAS’tır deniliyor, ben söylemiyorum),  Che Guevara Kısa Uzun Bir Hayat  (Bu kitap Che ile ilgili olarak Türkçedeki ilk telif kitaptır), 68’den Ne Kaldı?, Küresel İç Savaş ve Türkiye (2000’de yayınlanan Alt Empeyalizm ve Türkiye’nin devamı) ve son olarak  TDAS’ın Tarihi. Yılın sonuna doğru kapitalizmden sosyalizme dönüş konulu kitap gelecek… Bu konuda yazdım ama somut örnekler –Bulgaristan ve Romanya- temelinde incelememiştim. Sosyalizm sonrası kapitalizmde burjuvazi komünist partisinin üst ya da üste yakın kademelerinden çıktı. Bunu kaç kere yazdım ama genel teorinin yanı sıra olaylar ve isimlerle anlatmamıştım.

İlerde fırsat bulabilirsim benzer konuyu Çin için de araştırmak istiyorum. Burada konu daha büyük ve karışık tabii… 

En azından bir ismin güncellenerek yaşadığından emin olabilirsin. 40-45 yıl öncesini sürekli anlatarak isim yaşatmak bize yakışmazdı zaten…

Senin çocuklarından birisi Fransa’da üniversitede fizik bölümünde okuyordu. Benim kız da, Ömür, fizik bölümünü bitirdi, kısa süre sonra yüksek lisansı bitiriyor.

Başka da haber yok… 

12 Nisan 2020 

İBRAHİM YALÇIN YAŞIYOR!..

Bayındır - Dayıoğlu

“Yoldaş seni anacağız,
Her doğan gün anacağız…”

İbrahim yoldaşın aramızdan ayrılışı üç yılı doldurdu. Onun sıcaklığını hâlâ içimizde taşırken yokluğuna alışmak zorunda kalmak büyük acı. 

İlkerlerin, Yüksellerin ve Ömürlerin ardından Müntecep, Nebil ve Hanna yoldaşlarımız başta olmak üzere onlarca yoldaşımız bu onurlu mücadelede aramızdan ayrıldı. Onların kaybına da çok üzüldük. 

Ancak, İbo giderken ondan önce gidenlerin bizlere bıraktığı enerjiyi yüze, bine katlamıştı sanki. O, devrim mücadelesinde kaybettiği yoldaşlarıyla gönül bağını hiç koparmadan bizim yaşamımıza girmiş, içimize sızmıştı. Her konuşmasında geçmişin muhasebesini yapar, bu davaya ihanet edenlerle hesaplaşırken, değer verdiği yoldaşları da özlemle anardı. 

İbrahim Yoldaşımız insan yürekliydi, özlü dopdolu, baş eğmeyen onurlu bir ömür yaşadı. O şimdi sonsuza kadar huzur içinde dinleneceği ata topraklarında. İbrahim yoldaşımız şimdi ebedi mekânında. 

Doğduğu topraklara gönderdiğimiz İbo yoldaş, ilklerin örgütü Acilcilerin öncülerindendi. Cesur, kararlı, sevecen, yardımsever, direnişçi kuşağın örnek insanlarındandı. 

İbrahim bizi bırakıp giderken, yürüdüğü yolun yoldaşları olan bizlere büyük sorumluluklar yükledi. Onun yoldaşları olarak üstümüze düşeni yerine getireceğimizin bilinmesini isteriz. İbo’nun yoldaşları olarak onu uğurladığımız andan itibaren bu sorumluluğun bilinciyle hemen toplandık ve bir çalışma programını yaparak, İbo yoldaşın yarım bıraktıklarını tamamlamak için görev bölümü yaptık. 

İbrahim yoldaş yaşamı boyunca düşündüğü gibi yaşadı. Devrimciliğin yaşam biçimi olduğunu bilenlerdendi. Bundan dolayı her gerçek devrimci gibi yaşamı yaşanır kılma mücadelesiyle, insani ve paylaşımcı bir düzende özgür yaşama düşüncesini hep diri tuttu. 

İbo yoldaş, iyi doğru güzel olan ne varsa onların hepsini kendinde sentezlemiş ender insanlardan biriydi. Hiçbir zaman yaptıklarıyla yetinmedi. Hep daha iyisini yapmaya çabaladı ve kendini sürekli yeniledi. Bundan dolayıdır ki, sözü ve özü örtüşen bir birey olarak yaşadı. Her zaman örgütlü yaşama inandı ve gereklerini yerine getirmek için çok çaba sarf etti. Kısacası, örnek insan olmayı en çok hak edenlerimizdendi. 

İbrahim yoldaş, yaşama veda ederken bile yoldaşlarını düşündü. Her gün geç kalmışlığın telaşıyla söylemek istediklerini aktarmak için çırpındı durdu. Ciğerlerinin hastalığa direncini yitirmesine rağmen o yoldaşlarıyla konuşmakta hep ısrar etti. 

İbo yoldaş aramızdaki en paylaşımcı yoldaştı diyebiliriz. Ölüm döşeğinde bile bu özelliğini korudu. 

İbrahim yoldaş 10 yılı aşkın zindan yaşamından sonra 29 yıl sürgün yaşayıp kendini, ideallerini, amaçlarını korumasını bilen bir yoldaşımızdı. İbo yoldaş erdemliydi. Paylaşımcılığı şekilsel değil, özlüydü. Gerek ülkede, gerek Avrupa’da hangi yoldaşının sorunu varsa o sorunu çözmeyi kendine görev sayardı.

İbrahim yoldaş sözüne sadık, sözü ve eyleminin arkasında duran bir yoldaşımızdı. O, sözün ve eylemin insanın aynası olduğunu bilenlerdendi. Bu yüzden de sözünde durmayı bir ilke edinmişti. 

O, devrimci olmanın aynı zamanda fedakarlık olduğunu bilenlerdendi. İbo olmak, önce başkaları olmak, sonra kendisi olmak demektir. 

Bu günün kapitalist sisteminde;  devrimciliğin sistemin özüne yani bir bütün olarak kapitalizme karşı olmak olduğunu bilen bir insandı. Bu nedenle o hep retçi olarak yaşadı. Zulmün olduğu yerde mazlumun yanında oldu. Bir Türkiyeli devrimci olarak zulme uğrayan Kürt halkının yanı sıra bütün ötekileştirilenlerin mücadelesini destekledi. Kürdistan Özgürlük Hareketini ikircimsiz destekledi. 

Ölüm döşeğinde yoldaşlarıyla vedalaşırken şöyle diyordu; “Ben insanlara çok güvendim, onları çok sevdim ve herkesi kendim gibi bildim. Elbette ben de her insan gibi hata yaptım. Ancak bilerek ve isteyerek kimseye kötülük yapmadım. Tüm yoldaşlarımı ve insan olan herkesi çok sevdim.”

Eğer bu bir kusursa, İbrahim’in en büyük kusuru, insanları çok sevmesi ve çok güvenmesiydi.

İbrahim yoldaş, yaşamının son saatlerine kadar her zamanki esprili tavrı ve ışıl ışıl gülen gözbebeklerindeki umut ışıklarını hiçbir zaman eksik etmedi. Son ana kadar bizlere moral verdi. Son saatlerine kadar Türkiye’de ve dünyada neler oluyor diye sordu ve öğrenmek istedi. 

Çok boyutlu, çok yönlü, güler yüzlü, hep iyimser sevgili yoldaşımız artık bizlerle değil. Onu Mahir’lerin, Deniz’lerin, Kaypakkaya’ların İlker Akman’ların, Hasan Basri’lerin, Nebil Rahuma’ların, Mazlumların, Zilanların, Sakinelerin, yanına uğurladık. 

Güle güle sevgili İbo’muz. 
Güle güle sevgili yoldaşımız. 
Güle güle güzel İnsan. 
Rahat uyu. 

Seni hiç unutmayacağız. Sen her zaman bizimlesin. 
Seni, yüreklerimizin sımsıcak köşesinde sevgiyle anacağız... 


GÜLE GÜLE ACILAR ÜLKESİNİN GÜL YÜZLÜ ŞAİRİ… 

“Anam öldüğünde ben yoktum
sürgündüm.
Akdeniz’in öte yakasında
uyku tutmayan gecelerimin koyu karanlığında
uzun uzun bakardım
beri yana ülkeme.
çok yaşlı sayılmazdı anam
güzeldi
kederliydi
gülmezdi.
anam ölmeden önce
dört oğlan dört kız doğurmuştu yetişkin.
kızları gülbeyazdı
şirin mi şirin.
pamuk yüzlüydü meyse'si
en büyükleri ismet en küçükleri hasan'dı
en çokta abuzeri severdi
- babasının adıydı-
sondan bir önceki oğluydum anamın.
Yaşlı bir kaçakçıyla
terk etmiştim ülkemi
gözüm arkada
gözüm yoldaşlarımda
gözüm anam’ da kalmıştı.
anam ölmeden önce
hapistim
Isparta
Amasya
Eskişehir’de yiğit yoldaşlarım vardı hapiste
-korkak olanları vardı-
yüreğimde özlem vardı
dağ gibi
yüreğimde hasret vardı
dopdolu. her gece bir tutam yıldız toplardım anama
vermek isterdim
veremezdim.
sırılsıklam uyanırdım
bir tek anamı özlerdim
-bir de karımı-
anam ölmeden önce
hapistim.
Selimiye
Sultanahmet
metriste. acı tatlı günler gördüm hapiste
açlığa yattığım günler oldu
haftalar aylar oldu.
leş gibi nefesim kokardı
- açlıktan ölür gibi olurdum-
gözüm kararır
-dizlerim tutmaz olurdu-
don-gömlek dolaşırdım hapiste
yazları serin olsa da
kışları yaman olurdu hapislik.
öksüz bir kedi yavrusu misali
tortop olur uyurdum
- üşürdüm geceleri- nizam-intizam diye inat ettiler
hapiste
hazır ol'da tekmil..!
tek sıra sayımda ısrar ettiler
sıra dayakları toplu dayaklar gördüm ben.
sağmalcılar
Çanakkale
Bartın’da.
döşüme vurdular
hapiste
sırtımda potin izleri
başımda odun kırdılar
gözlerimin önünde yıldızlar raks ederdi habire.
ne zaman insaf etseler
biraz dikkat...!
-beyin kanaması olabilir- derlerdi
başımda bekleyen nöbetçiler görürdüm.
çayıma tükürdüler hapiste
çorbama işeyen onbaşılar
çavuşlar, yüzbaşılar gördüm ben.
Hasdal
Kartal
Davut Paşa’da
-ne zulümler gördüm ben-
hepsi bir yana
ille de dostluğu dayanışmayı gördüm
hapiste.
anam ölmeden önce
dokuz yıllık acılarla işkenceler getirmiştim armağan
toprağa kapanıpda dört büklüm olduğunda
şükürler olsun allahıma
gördüm ya dediğinde
ilk kez sarıldığımı hatırlarım anama
anam öldüğünde ben yoktum
Ulaş’tan aldım haberi
-ebem öldü dedemin selamı var-
dediğinde oğlumun
sürgündüm.
Akdeniz’in öte yakasında
yalnızdım
anasızdım...”

İbrahim YALÇIN 
(Eylül Portreleri adlı şiir kitabından)





İBRAHİM YALÇIN'A RAPOR

Engin Erkiner


Her ölüm yıldönümünde geride kalan yılın raporunu yazacağım. Arada başka yazı da yazabilirim ama şimdilik aklıma konu gelmiyor. İbrahim ölümünden önce çok şeyi zaten yazmıştı. Kitabı yayınlandı, internetten de bulunabilir. Ek olarak  www.enginerkiner.org ’da çok sayıda yazısı da duruyor. 

40 Yıl Sonra TDAS ’ın yazılması için İbrahim’in çok ısrar ettiğini daha önce belirtmiştim. Her hafta en az iki kere telefon edip durumu sorardı. 

Sonraki kitap Mülteciler Göçmenler çıktığında hastaydı, kitabın çıkacağını biliyordu ama eline ulaşabildi mi, bilmiyorum. 

Ardından çıkanları görmedi: Geleceğe Dönüş, Che Guevara Kısa Uzun Bir Hayat, 68’den Ne Kaldı? ve Küresel İç Savaş ve Türkiye

Silahlı mücadele hareketiydik ama bu yöndeki benzerlerimizden farklıydık, teorik yönümüz güçlüydü. TDAS’tan kırk yıl sonra bunu bir kere daha gösterdik. 

Biliyorum, sabırsızlanıyorsun, “Bizim soytarı ne yapıyor?..” diye soruyorsun. 

Bilmiyorum, çünkü ilgilenmiyorum. 

Senden sonra iki kere öldü galiba. Belki daha fazladır, bu kadarını duydum. “Ben öldüm, haberiniz olsun!..” diye etrafa haberler yaydı. Maksat dikkat çekmek işte! 

Arada bir oradan buradan bana mesaj göndermeye çalışıyor. Aldırmıyorum. 

Üç üniversite bitirmiş bir kişi olarak Isparta sanat okulu mezunuyla muhatap olmam! 

Senin de tanıdığın ve neredeyse sürekli ilişkin olan bir arkadaş hasta. Ben de tanırım. Telefon ettim. “Bizi ötekileştirmeyin!..” dedi. Bir şey söylemedim. 

Biz kimseye bir şey yapmadık; ne yaptıysanız siz kendinize yaptınız. Sen ve İrfan bu arkadaşlara az mı çağrı yapmıştınız? Uymadılar, kendileri bilir. 

Sonunda sen, ben, İrfan ve başka arkadaşların yazılarında açıklananların tümünü kabul ettiler. 

Paris’teki görüşmemizi hatırla. Lüxemburg Bahçesi’nde sen, İrfan, ben ve o sırada Paris’te olan avukat arkadaşla oturuyorduk. Başkaları da var mıydı, hatırlamıyorum. Ne demişti: 

“Başıma ne geldiğini, bunca yıl neden hapiste kaldığımı yazdıklarınızı okuyunca anladım. Onun hakkı bir kurşundur!..” 

Ayaklarına kadar gelen bu büyük fırsatı nasıl kaçırdılar, anlamak zor. 

İnsanın her şeyi anlaması da gerekmez zaten… 

“Örgüt ne zaman sona erdi?” konusundaki tartışmayı bilmiyordum, çok sonra öğrendim. Yani siz de alemsiniz, cevap gayet basit aslında: 

Biz 1988 kışında Paris’te yaşanılan büyük ayrılıkla örgütün sona erdiğini birkaç kere yazdık. İtiraz varmış: örgüt 1992’de hapisten çıkanların bir bölümünün toplantı yapıp bu kararı almasıyla sona ermişmiş!.. 

Bu iddiaya sahip olanların, kendini halen var olduğunu iddia ettiği örgütün genel sekreteri ilan edip sürekli basın açıklamaları yayınlayan kişiye itiraz etmesi gerekirdi. Demeleri gerekirdi ki: “Böyle bir örgüt yoktur, 1992’de sona ermiştir.” 

Böyle bir açıklama duymadık. 

İddian varsa, sahip çıkarsın; çıkmazsan da ciddiye alınmayı beklemezsin. 

İddia sohbetlerde konuşulmak için var olmaz, gerektiğinde sahip çıkmak için vardır. 

Sahip çıkmıyorsan, böyle bir iddian da yoktur. 

Bu kadar basit şeylerle bile uğraşmak olmuyor ama ne yaparsın işte. 

Bilinçli hain ve dar çevresini tarihimizden tasfiye ettik. Bunun dışında da kimseyle uğraşmadık, uğraşmamız için neden de yok ayrıca.

Köşesinde yaşamak isteyenlere söylenebilecek bir şey bulunmuyor. Kendileri bilir ama biz geçmişte olduğu gibi yapacağımızı yapacağız. 

Yazıyı uzatmayacağım çünkü okunacak sayfalarca kitap bekliyor bir kenarda. 

Doğrusunu yazayım diye kalkıp baktım:  40 Yıl Sonra TDAS ’ın yayın tarihi Mart 2015. Dört yıl geçmiş ve beş kitap daha çıkarmışız bu sürede. Her biri farklı bir konuda ve asıl önemli olan, kafalardaki değişmeyi görebiliyorsun. 

Yaşıyor olsaydın acayip sevinirdin, biliyorum…