« Delikanlı bir çocuktu / Saçları kıvırcıktı / Gözleri ışıl ışıl gülerdi / Bıçkındı çalışkandı / Aşıktı sırılsıklam // Ölesiye sevdalı / Kurtuluşa tutkundu / Sözünden asla caymazdı / Sonsuzluğa gittiğinde / Paris’te sürgündü » İbrahim Yalçın

İBRAHİM YALÇIN İLE SON YILLAR (3): SOSYALİST HAREKET

Engin Erkiner


İbrahim Yalçın ile sosyalist hareket konusunda pek anlaşamazdık. Konuştuğumuzda “tamam” derdi ama yeterince ikna olmadığını anlamak da mümkündü. Sosyalist harekette ya da genel olarak devrimcilerde insanların özellikle 12 Eylül sonrasında kabaca ikiye ayrıldığını, bunlardan bir bölümünün iş yapan insanlardan kalanının ise lümpen-serseri kategorisine giren tiplerden oluştuğunu anlatırdım. Bunu kabul ederdi ve zaten ortalık bu tiplerle doluydu. Bu tiplerin herhangi bir konuda ne düşündüğüne aldırmayacaksın… Ne düşündüğünün önemi yoktur. İşine bakacaksın ve daima performansını yüksek tutacaksın. Belirleyici olan budur. Senin sosyalist harekete katkın nedir? Lümpen-serseri kesimi bunu göremez ve görmesi de gerekmez zaten… Ama görenler vardır ve bunlar şu veya bu düzeyde sorumluluk taşıyan ve iş yapan insanlardır. Hataları olabilir ve sonuçta herkesin eksikleri vardır ama bunlar iş yapan insanlardır. 

Yukarda belirttiğim gibi kabul eder görünürdü ama pek de kabul etmediğini hissederdiniz. 

Bu site örgütsel tarihimizle ilgili olarak yayına başladığında sosyalist hareketin konumu beni şaşırttı, bazı özellikleri bildiğim halde şaşırttı. Müthiş bir destek gördüm, bu kadarını beklemiyordum. Desteğin bir nedeni insanların Suriye’deki Muhabaratın ajanlık faaliyetini zaten biliyor olmasıydı. Sitedeki yazıların yaptığı konunun ayrıntılarını tamamlamaktı ve arkası da geldi. 

Beni şaşırtan ikinci nokta ise, sosyalist hareketin genel durumuyla ilgili bilgimdi. Bazıları ikide bir söyler ya, “Türkiye’de yaşıyorum” diye… Bu tiplerin sosyalist hareket hakkında önemsiz konuların dışında bilgisi bulunmuyor. Bu derecede bilgisiz olduklarını düşünmemiştim. Şu veya bu konuda ortalıkta dolaşan ve sürekli değişen laflar hakkında bilgileri vardı ama bu bilgi değildi. Sosyalist hareketin genel durumu, sorunları, başlıca ilgi alanları, yönelimleri konusunda bilgileri hayli kısıtlıydı. 

Biraz düşününce böyle olmasının normal olduğu da görülebilirdi. 

Diyelim İstanbul’da yaşayan birisi diyelim İzmir’deki sosyalist hareket hakkında sadece duyumlarla bilgi sahibi olabilirdi, o duyumlar da ne kadar doğruysa artık… İstanbul gibi çok büyük bir kentteki sosyalist hareket hakkında bile yeterince bilgi sahibi olamazdı. Bir sürü küçük konuda konuşabilirdi ama geneli anlayamazdı. 

Bu geneli Türkiye’de yaşamaktan başka özelliği bulunmayan bu tiplerden daha iyi anladığımızı söyleyebiliriz. Aktif ya da pasif bu derece desteği beklemiyordum. 

Laf yetiştirmek değil performans önemlidir ve sonuçta insanlar buna göre değerlendirilir. Teorik ve pratik performans belirleyicidir.

Anlatacağım örnekten hareketle genelleme yapılabilir.

Sabah erken trenle Brüksel’de televizyon programına gidiyordum, hava soğuk ve karlıydı. Belçika’ya girdikten bir süre sonra tren bir istasyonda durdu. Yoğun kar yağışı vardı ve gidemiyordu. Trendeki birkaç yüz kişi indik, Belçika’dan bir treni bekleyecektik. İnenler arasında iki kişi dikkatimi çekti, bir yerden tanıyordum ama hatırlayamadım. Onlar beni tanıdı. Merhabalaşıp birkaç cümle konuştuktan sonra bir tanesi: “Seninle ilgili olarak bize sürekli dosyalar geliyor. Ne diyorsun?” diye sordu. Lazkiyeli Muhabaratın ulaşabildiği bütün adreslere hakkımda dosyalar gönderdiğini biliyordum. “Ne yazıyorsa doğrudur” dedim. Adam güldü ve “Yok ya, öyle midir?” dedi. 

İbrahim ilk yıllarda bu derece rahat değildi, zaman geçtiği ve başarılı olduğumuz oranda kendini daha rahat hissedecekti. Bu sitedeki performansı İbrahim’in dönüşümünde etkili oldu. Artık yazı yazabiliyordu, anılarını anlattığı kitap da yazdı ve ciddi bir gelişme gösterdiğini Paris’teki çevresi de fark etmişti.  

Önemli olan budur. İnsanlara laf yetiştirmekle uğraşırsan aylar ve yıllar geçer ama sen olduğun yerde kalırsın. Bunun yerine gelişme yolunu seçeceksin…

Karşımızdaki tipin devrimci hareket hakkında doğru dürüst bilgisi bulunmuyordu, bulunsaydı hemen kaybedeceği baştan belli olan bir alanda mücadeleye girmezdi. Abdullah Öcalan zamanında “Bu devrimci falan değildir, at tüccarıdır” diye boşuna söylememiş. 

Bakın aklıma ne geldi?

Yılı tam hatırlamıyorum ama 1990’lı yılların ikinci yarısı olduğunu tahmin ediyorum. Bu sitenin kurulmasına daha yaklaşık yirmi yıl vardı. Brüksel’deki televizyon programındayım. O yıllardaki programlarda henüz Suriye’de olan Öcalan’ın dakikalarca konuşması gibi bir uygulama vardı. Ardından sorular gelir, yorumlar yapılırdı. 

Programdan önce haberler vardı. Lazkiyeli Muhabarat bir konuda PKK’yi öven bir açıklama yapmıştı ve bu da haberlerde veriliyordu. Haber “Acilcilerin şefi” diye başlayarak veriliyordu. Önceden ilan edildiği için programa katılacağımı biliyor olsa gerekti ve benim duymam için konuşuyordu. 

Güldüm. Herifteki aşağılık kompleksine bak! Kendisini ne olarak gördüğü de çok umurumdaydı zaten… 

Sonra da ne olduğunu gördük. Yıllarca örgüt genel sekreteri geçinen bu zat, Reyhanlı katliamındaki rolü ortaya çıkınca “Böyle bir örgüt yirmi yıldır yok” demeye başladı, ardından da bir deyimle eşekten düşmüş karpuza döndü. Bir insan 1982-2008 yılları arasında 26 yıl bir örgütün genel sekreteri geçinir ve ardından da bu kadar hızlı düşer mi? Çeyrek asırlık zamanda insan bir şeyler yapar hiç olmazsa.. 

Bu belirleme devrimci olanlar için geçerlidir, devrimci görünüyorsanız ama gerçekte ilginiz yoksa, olup olacağı da budur. 26 yıl boyunca kendinizi genel sekreter ilan ettiğiniz o tarihten bir pislik gibi temizlenirsiniz. 

Sitenin onuncu yılıyla ilgili olarak yazabileceklerim bu kadar… 

Sitede zaten yazılmış olanları tekrarlamayacağım… 

Bir konuyu tekrarlamak konusunda ise geri duramayacağım: İbrahim mutlu öldü. Büyük başarıyı görerek öldü. Bu başarı benden çok daha fazla onun için önemliydi. 

Ölümüne üzülürken mutlu ölümü için aynısını söyleyemem… 







İBRAHİM YALÇIN İLE SON YILLAR (2): ÜÇÜNCÜ TARAF

Engin Erkiner


Eski Acilciler ve HDÖ’lülerin büyük kesimi Lazkiyeli Muhabarat ile internet ortamında kamuoyuna açık olarak süren örgüt tarihiyle ilgili kapışmaya katılmadı. İlginç değil mi, şu veya bu yönde taraf olması gerekenler katılmamayı tercih ediyordu ama bu tutumun sürdürülmesi mümkün de değildi. Çevrelerindeki insanlar mutlaka “Ne diyorsunuz?” diye soruyordu, bu nedenle de tutum belirlemeleri gerekiyordu. 

Belirlediler: Biz iki tarafa da karşıyız!

Aldığımız bilgiler yazdıklarımızın tamamına katıldıkları yönündeydi ama kendilerine göre bu işin açıkça yapılmaması gerekiyordu. 

Sitede yazan bazı arkadaşlar kendilerine katılım çağrısı yaptılar ama sonuç alamadılar. Şimdi tam hatırlamıyorum ama bir kere açık olmayan şekilde ben de çağrı yaptım, sonra da üzerine düşmedim. 

Üçüncü bir tarafın varlığı gerekliydi ve açıkçası yararlıydı da…

Bilgi kaynağına ihtiyacımız yok sayılırdı çünkü hem sitede yazanlar ve hem de yazmayanlar olarak geniş çevremiz ve bilgi kaynaklarımız bulunuyordu. Denilebilir ki kaynakların en fazla üçte biri sitede görünüyordu. Bu arkadaşlardan yepyeni, ulaşamayacağımız bilgiler alabileceğimizi de doğrusu tahmin etmiyorduk. 

Bu arkadaşların bir bölümünün Lazkiyeli Muhabarat ile bağının olduğunu da biliyorduk. Böyle bir durumda insanları iki taraftan birisini seçmeye zorlamak doğru olmazdı. Önemli olan o tarafa gitmemeleriydi… Önemli olan Lazkiyeli Muhabarat elemanının çevresindeki birkaç karanlık tiple birlikte yalnız kalmasıydı. 

Belirleyici olan buydu, bizim de eleştiriliyor olmamız değil…

İki tarafı da eleştirsinler, bizim için sorun olmazdı.

Çeşitli nedenlerle bizim tarafımıza gelemeyecek ama öteki tarafa da gitmeyecek insanlara gidilebilecek bir yer gerekliydi ve üçüncü taraf da böyle bir yer için uygundu.

Bu arkadaşlarla hiçbir sürtüşmeye girmedik, eleştirilerini duyduk ama çizgimizi sürdürdük. Sürtüşmenin gereği yoktu çünkü asıl işimiz bu değildi ve ek olarak da gittikçe ağır bastığımız için taraflardan birisi diğerini imha ettiğinde üçüncü taraf olmanın zemini kalmayacaktı. 

Söz konusu tipin Muhabarat elemanı olduğu zaten biliniyordu ama Mart 1978 operasyonunda polisle anlaştığı, ifadesinin de bu anlaşma çerçevesinde polis tarafından düzenlendiği, ülke çapında değişik bölgelerde yaklaşık 80 kişinin yakalanmasından sorumlu olduğu ortaya çıktıkça üçüncü tarafta bu herifle ilişkisi olanlar bu ilişkilerini kestiler. 

Bu arkadaşların da tabii kendilerine göre bir çevreleri vardı ve öğrendiklerini de bu çevrede yaydılar. Bu anlamda büyük başarı kazanmamızda bu arkadaşların da katkısı oldu. 

Üçüncü taraf da beklediğimiz gibi kendiliğinden kaybolacaktı. 

Burada bir başka konudan, internette ortaya çıkıp sonra da kaybolan bir tipten söz etmek istiyorum.

İbrahim Yalçın bu herifin internetteki ayrıntılı yazışmalarını bulmuş, düzenleyip yayınlıyordu. Herif küplere biniyordu ve fotoğraflı yazışmalarda neler ve de neler vardı. 

Muhabarat şefleriyle birlikte çektirdiği fotoğrafları mı ararsanız yoksa 15 günde bir rapor verdiğinden söz etmesini mi?

İbrahim bu yazışmaları yayınlarken internet adresime bir yazı geldi. Birisi internette dolaşırken bana rastlamış, psikolojik yardıma ihtiyacı varmış ve benimle iletişim kurmak istiyormuş!.. 

Fazlasıyla basit bir numara ve anlamamak mümkün değildi ama cevap yazdım ve dedim ki: “Hanımefendi internet aracılığıyla psikolojik yardım olmaz. Çevrenizdeki bir psikologa gidin daha iyi olur.”

“Kadın olduğumu nereden anladınız?”

“Kişinin yazılı ifadesinden cinsiyetini tahmin edebilirim.”

Konuyu derinleştirmek için devamlı yoklama yapıyordu ama aldırmıyordum.

Sonunda döküldü…

“Mihrac’ın Muhabarat olduğu kesindir ama MİT ile ilişkisi yoktur.”

“Siz bunu nereden biliyorsunuz?”

Sessizlik…

“Sizinle de konuşulmuyor!”

Ardından “Böyle devam ederseniz gideceğim” dedi. Benim de çok umurumdaydı zaten ve gitti.

“Sizi kim görevlendirdi?” diye sormadım. Sormaya gerek yoktu, belli oluyordu. 

Birkaç ay sonra CNN Türk’te üç eski istihbaratçının katıldığı bir programı izleyen bir arkadaş şöyle denildiğini duymuş: “Sol bizden ilerde… Eskiden olduğu gibi aralarına eleman sokamıyoruz.” 

Bunun özel olarak bizim için söylendiğini sanmıyorum, sonuçta herkes eski deneylerinden öğrenmiştir ama anladığım kadarıyla söylenen bizim için de geçerliydi.






İBRAHİM YALÇIN İLE SON YILLAR (1): ÖRGÜT TARİHİ

Engin Erkiner 


Son yıllarla kastedilen 2008 sonundan İbrahim’in ölümüne kadar geçen zamandır. Bu süre içinde dışarıya pek yansımayan değişik konuları konuştuk. Bunları birkaç yazı halinde anlatmaya çalışacağım. 

İlki örgüt tarihidir. 

Konu nereden ve nasıl açıldı şimdi hatırlamıyorum ama örgüt tarihi konusu gündeme geldi. Lazkiyeli Muhabarat bizim örgüt tarihi yazamayacağımız gibi garip bir iddia ortaya attı. Bakmayın “genel sekreter” filan geçindiğine, örgüt hakkında bilgisi azdı ama burada niyet başkaydı. Ortaya bir konu atılır, karşıdakiler de bu konuda yoğunlaşır ve böylece kendisinin ajan kimliğinin ortaya çıkarılması ikinci plana düşerdi. Bu nedenle üzerinde hiç durmadım. Örgüt tarihinin nasıl yazılması gerektiği üzerine sitede yer alan yazılara ekleme de yapmadım. Görüşümü kendime sakladım, şimdi bu konunun sırası değildi. 

İbrahim ile konuyu başka bir vesileyle de konuştuk. Herif konuyu değiştirmek için önümüze yemler atıyordu ve bunlara kapılacağımızı sanıyordu. Bildiğimiz köylü kurnazlığı… Ne beni ne de İbrahim’i tanımayan insanlar bir takım iddialarda bulunuyorlardı. Maksat bizim bu kişilerle uğraşmamız ve böylece de asıl konunun geri planda kalmasıydı. 

Bu kişilerle ancak kişinin ajan kimliğinin ortaya çıkarılmasına hizmet ettiği oranda uğraşacaktık. 

Süreç büyük bir başarıyla sonuçlandı, herifin Muhabarat ilişkisi zaten biliniyordu, MİT ile 1978 operasyonunda anlaşması da ortaya çıkarıldı. Devrimci cinayetleri ve başka suçlarını burada tekrarlamayacağım. 

Bunun yerine, o zaman üzerinde konuşmadığım örgüt tarihi konusuna gireceğim…

Örgüt tarihinin bu örgüt içinde yer almış ve değişik bölgelerde bulunan arkadaşlar tarafından tek olarak ya da bir araya gelerek yazılması olacak iş değildir ve nitekim bu konuda herhangi bir gelişme de olmadı. Olsaydı bile ortaya çıkan örgüt tarihi olmaz, yaşanılan olayların kronolojik sıralanması olurdu. 

Son olarak iki tane kişisel tarih yayınladık: İbrahim Yalçın’ın Ey Hayat kitabıyla İrfan Dayıoğlu’nun Dik Duruş kitabı… Bu kitaplarda örgüt tarihiyle iç içe geçen kişisel tarih anlatılır. Bu tarih şüphesiz örgüt tarihinin bir bölümüdür. Diyelim ki çok sayıda arkadaş ister tek olarak isterse de grup olarak böyle kitaplar yazdılar… Bunların bir araya toplanması örgüt tarihi anlamına gelmez. Tarih, olayların anlatılmasından ibaret değildir. 

Olay anlatımına dayanan tarih eski bir tarih anlayışıdır ve 1950’li yıllardan başlayarak değişmiştir. Bu değişimin iki önemli noktası şöyle belirtilebilir: 

Birincisi: Tarih soru temelinde anlatılır. THKP-C (Acilciler)’in özgünlükleri nelerdir ve bunlar nereden çıkmıştır? 

Kitle olarak küçük ile orta arasında yer alan bu örgüt olarak neden bu kadar biliniyor? 

Benzerlerinin isimleri geri planda kalırken hatta neredeyse unutulurken bizde neden böyle olmadı?

Bu sorunun cevabı nasıl bir ortamda kurulup gelişme gösterildiğiyle yakından ilgilidir.

İkincisi: Örgüt tarihi 1974 yılında kuruluştan 1988’de sona erişe kadar olan dönemi kapsamaz. Kuruluş öncesi ve sona eriş sonrası vardır. Örgütün olmadığı dönemde de örgüt tarihi vardır. 

1974’de İlker, Yüksel, Necati ve ben “haydi örgüt kuralım” diye bir araya gelmedik. 1970’ten başlayan gelişmeler olmasaydı, bu insanlar da bir araya gelmezdi. Bu dönemde örgüt yoktur, düşüncesi bile yoktur, ama bu dönem örgüt tarihine dahil edilmek zorundadır. 

Örgüt 1988 sonunda İbrahim Yalçın’ın da içinde yer aldığı büyük ayrılıktan sonra bitti. 

Bu olaydan 20 yıl sonra, 2008’den başlayarak örgüt tarihinin yeniden ele alınması ve kamuoyuna açık olarak konuşulması bu tarihe dahil değil midir?

Örgüt 20 yıldır yoktur ama tarihi vardır. Örgütün var olduğu tarihe geri dönülmüş ve bilinmeyen, sürekli örtbas edilmeye çalışılan önemli noktalar ortaya çıkarılmıştır. Bu da o tarihin önemli bir parçası değil midir?

Örgüt tarihinin örgüt sona erdikten sonra da sürmesi bize özgü değildir. 

Devrimci Yol bu konuda iyi bir örnektir. DY örgüt olarak 1980 yılı ortalarında sona erdi. Avrupa’da varolan ve Devrimci İşçi adını kullanan grup da bundan kısa süre sonra faaliyetine son verecekti. 

Araya sessizlik dönemi girdi ve bir süreden beri bu örgütün tarihi yeniden gündemdedir. 

Neden, çünkü yeniden örgütlenebilmek için örgüt tarihinin bazı özellikleri öne çıkarılarak yeniden konuşuluyor. Değişen dünyanın gerektirdiği açılımları yapamadan geçmişin bazı yönlerini öne çıkarmakla sonuç alınabileceğini sanmıyorum ama bir süreden beri gerçekleşen bu çaba da geçmişin o tarihine dahildir, o tarihin sürmesidir. 

DY bir örgüt olarak yıllardır yoktur ama ÖDP de bu tarihin uzantısı ve dolayısıyla da bileşeni sayılmalıdır. Başka uzantı bileşenler de bulunuyor ama konumuz bunları sıralamak değildir. Her durumda o tarih farklı bileşenlere ayrılarak sürmektedir. 

Başka örgütlerden örnekler de verilebilir. 

Kısacası hangisi anlatılırsa anlatılsın örgüt tarihi “genişlemiş örgüt tarihi” olarak düşünülmeli ve örgütün var olduğu zaman aralığından daha uzun bir zamana yayılmalıdır. 

Başka türlü o örgütü ne anlayabilirsiniz ne de gerektiği gibi anlatabilirsiniz.

Böyle bir tarih olayları kronolojik sıralamayla anlatmanın epeyce ötesine geçer.

Devrimci Yol, Kurtuluş ve biz Ankara kökenli örgütleriz. Kuruluş ve yayılma bu kentten başladı denilebilir. PKK tarihinde de Ankara’nın yeri önemlidir. 

Burada mesela “Ankara nereden çıktı?” diye sorulmalıdır. 

Cumhuriyet tarihindeki toplumsal muhalefette Ankara yok gibi bir şeydir, önemi 1959 sonrasında başlar ve hızla büyür. THKO büyük oranda Ankara örgütüdür, THKP-C için de bu kent önemlidir. Bunun nedenini 1968’den Ne Kaldı? kitabında anlatmaya çalıştım. Biz bunun devamıydık. 

Örgüt tarihinde tabii ki önemli olaylar yer almalıdır ama sadece bunları içeren tarih, gerçekte tarih değildir, hayli eksiktir. 






HAYRET ETTİKLERİMİZ

Engin Erkiner


Bu sitenin faaliyete geçmesinin onuncu yılı münasebetiyle bilinmeyen bazı noktaları anlatacağımı daha önce belirtmiştim. Bu noktaların önemli bir bölümünde İbrahim Yalçın da bulunmaktaydı. En fazla yazı yazan iki kişi olduğumuz için bu da normaldir. 

İlk yıllarda ikimiz farklı şeylere hayret ediyorduk. 

İbrahim, “Bunda fazla bir şey olmadığını fark ediyordum ama bu kadar boş olduğunu düşünmemiştim” diyordu. 

Lazkiyeli Muhabaratın çapsızlığına hayret ediyordu. 

Ben de “Yanlış değerlendiriyorsun, sen bu herifi görmeyeli neredeyse 20 yıl geçti, insanlar değişti, ortam değişti” diyordum. 

İçinde bulundukları ortamı ve bağlantılarını dikkate almadan insanları kendi başlarına değerlendirmek doğru değildir. Devrimci hareket 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren artan oranda Suriye’den ayrıldı. Büyük çoğunluk Avrupa ülkelerinde iltica etmeye yönelirken, küçük bir bölüm Türkiye’ye dönecekti. Suriye’nin devrimci hareket açısından önemi epeyce azaldığı için sol içinde biliniyor olmasıyla aktif Muhabarat elemanı olması arasında doğrudan bağlantı bulunan kişinin de önemi kalmayacaktı. 

PKK bu ülkede Muhabarat elemanına ihtiyaç duymayacak kadar sağlam bir yer edindi. Irak’ta Saddam rejiminin devrilmesiyle merkez üssünü Kandil’e taşıdı ve Abdullah Öcalan’ın da Türkiye’nin baskısı sonucu Suriye’den çıkarılmasıyla bu ülkenin önemi devrimci hareket açısından iyice azaldı. 

12 Eylül 1980 sonrasında Türkiye’den ülke dışına yapılan çıkışların bir bölümü Suriye’ye yönelikti, çoğunluk Avrupa ülkelerine gidiyordu ama Suriye’ye yapılan çıkış da az değildi. İlerleyen yıllarda çıkışlar hem azalacak hem de büyük çoğunluk Avrupa ülkelerine yönelecekti. 

1990’lı yıllarda çok sayıda Kürt köyünün boşaltılması nedeniyle ülke dışına yaşanan büyük Kürt göçünün de yöneldiği esas alan Avrupa ülkeleriydi. 

Kişinin teorik ve pratik herhangi bir özelliği bulunmayınca, Muhabarat elemanlığı başlıca özelliği olunca, önemsizleşmesi kaçınılmazdır. Hiçbir propaganda, yüksekten konuşma ve gösteriş bu önemsizleşmeyi gizleyemezdi. 

Yayınladığımız internet yazışmalarında da okunabileceği gibi, 15 günde bir rapor veriyordu. Kime neyin raporunu veriyordu? 15 günde bir Muhabarat’a ülkedeki Türkiyeli devrimci örgütlerle ilgili rapor veriyordu. Suriye’deki Acilciler Muhabarat’ın  devrimci hareket içindeki uzantısı durumundaydı. 

İbrahim, “Devrimci örgütler bizimle genellikle görüşmüyor, çekingen davranıyorlardı. Haklarında Muhabarat’a ek bilgi verileceğini düşünüyorlardı” derken durumu fark ettiğini de belirtmiş oluyordu. 

Suriye’de örgütün Muhabaratlaştırılması çemberinin dışına çıkamazdınız. Bunu görüp de tavır aldığınızda Müntecep Kesici örneğinde olduğu gibi infaz edilmek neredeyse kaçınılmaz oluyordu. 

Suriye’nin devrimci hareket için önemsizleşmesine paralel olarak yaklaşık 15 yıl kadar bu herifin sesi kesildi. Devrimci hareket içinde ne olup bittiğinden haberi de yoktu. Nasıl olsun ki! Türkiye’ye gidip gelen birkaç elemanı dışında bilgi kaynağı bulunmuyordu ve onların da ne kadar politik insanlar oldukları tartışmalıdır. Sonraki yıllarda bir tanesinin DYP Mersin il başkan yardımcısı ve Mehmet Ağar ile yakın ilişkisi olduğunu ortaya çıkaracaktık. 

Anlaşılan Lazkiyeli Muhabarat’ın MİT bağlantısı Suriye’de iken de sürmüştü. 

Lazkiyeli Muhabarat yaklaşık yirmi beş yıl, Turgut Özal’ın siyasi söyleme kazandırdığı bir deyimle “bıraktığımız yerde otlamış”tı. 

2007’de Özgür Medya’nın kurulması ve kendisinin de buradan dışlanması üzerine bana saldırarak çıkış yapmaya kalktı ve sonrasını biliyorsunuz. 

Başlangıçta beni en çok hayrete düşüren konu ise, herifin beni tanımamış olmasıydı. 

Büyük çoğunluğu hapishanelerde geçen aralıklı olarak yaklaşık 1,5 yıl birlikte bulunduk. Bu kadar zamanda bir kişinin karakterinin başlıca yönlerini tanımış olmanız gerekir, ama tanımamış. 

Bunun bir bölümü kafasında uydurduğuna inanmak özelliğinden geliyor olsa gerekti. Herifin mitomanik yönü oldukça gelişmişti. Kafasında istediği yönde bir gerçek uyduruyor ve buna inanıyordu, ardından da o gerçeğe fena tosluyordu. 

Bu bana yeterli bir açıklama gibi gelmedi. Sonuçta uyanık bir tipti, belli özellikleri görmüş olması gerekirdi ama görmemişti. 

Burada aklıma Belma Gürdil’in yıllar önce yaptığı saptama geldi. Gözlem yönü oldukça gelişmiş bir kadındı ve ikimiz de hapishanedeyken, 1977 sonları ya da 1978 başlarında şöyle bir belirleme yapmıştı: “Sen olduğunun neredeyse yarısı kadar görünüyorsun. Sonra da insanlar şaşırıyor, beni bile şaşırtıyorsun.” 

O yıllarda bu belirleme üzerinde düşünmüştüm. Haklıydı ve bu ciddi bir eksiklikti, başıma sürekli dert açan bir eksiklik. 

İnsanlar doğal bir eğilim olarak karşılarındakini özellikle de rakiplerini biraz küçümserler. Bunların gözünde ben gerçek durumumun neredeyse üçte biri kadar görünüyor olmalıydım ve bu da saldırmalarını kolaylaştırıyordu. Çabuk başarı kazanacaklarını sanıyorlardı. Bu tiplerin hakkından gelmek sorun olmuyordu ama bunun için büyük bir enerji ve zaman harcamak zorunda kalıyordum. Savaşı severim ama savaşın getirisi olması gerekir. Getirisi yoksa ya da harcanan zaman ve enerjiye değmeyecekse savaşa girmemeyi tercih ederim ama bazen mecbur kalıyordunuz. 

Sonraki yıllarda bu eksikliğimi gidermeye çalıştım. Zor işti çünkü olduğundan az görünmek beni rahatsız etmiyordu. Belma uyarmasaydı bu önemli eksikliğin belki hiç farkına varmazdım. 

Yarı yarıya az görünmekten önemli orada kurtuldum, belki biraz daha kalmıştır ama bu kadarı da önemli değildir. Görünen yeterince fazla zaten… 

Lazkiyeli Muhabarat yaklaşık yirmi beş yıl sonra kafasındaki Engin fotoğrafına hiç uymayan birisiyle karşılaştı, kendisinin gerçek sandıklarından yola çıkarak mücadeleye girdi ve çok şaşırdı. 

1990’lı yılların ortalarıydı, Almanya’da Köln’de tanıdık birisiyle karşılaştım. Selimiye Askeri Cezaevi’nde bir süre birlikte kalmıştık. Bir yere oturup biraz konuştuk. Ayrılırken yaptığı belirleme şöyleydi: “Tip olarak hiç değişmemişsin, ama sen 1979’da tanıdığım adam değilsin. Sanki başka birisiyle konuştum…” 

Bir şey söylememiştim ama bu belirlemeyi memnuniyetle karşılamıştım. 

Bir insanın 30 yaşından 45 yaşına kadar olan dönemde büyük oranda değişmesi mümkün değildir. Değişir ama sınırları vardır. Çocuk yaşta olsaydı değişme daha büyük olabilirdi ama durum böyle değildir. Bunun tek açıklaması Belma’nın yaptığı saptama olsa gerektir. 

Sürecek... 





VE AĞUSTOS AYI GELDİ

Engin Erkiner 


Ağustos 2018 www.enginerkiner.org ’un onuncu yılı oluyor. Bu site sadece kendi örgütsel tarihimiz açısından değil genelde devrimci hareket için de iyi bir iş başardı. Kendimizi bir yana koyalım. Suriye gizli servisi Muhabarat’ın devrimci hareket içinde örgütlenmesini engelledik. Hepimiz eskiden beri MİT’in devrimci hareket içine elemanlar soktuğunu düşünürdük ve bu doğruydu da. Lakin, hiç birimizin aklına Muhabarat gelmezdi!..  

1982’den başlayarak aklımıza geldi daha doğrusu gelmedi gördük. 1980’li ve 1990’lı yıllarda bu Suriye’de yaşamak zorunda kalan Türk ve Kürt devrimciler Muhabaratlaşan bir örgütü, Acilciler’i ve kendini “genel sekreter” ilan etmiş şahsı gördüler. Aradan yıllar geçti, konu unutulur gibi oldu. Ama 2008’den başlayarak ilgili şahsın sadece Muhabarat değil MİT bağlantısını da açığa çıkardık. 

Konuyla ilgili olarak öncelikle benim ve İbrahim Yalçın’ın yazılarının yanı sıra başka arkadaşların yazıları da bu siteden okunabilir. 

Konuyla ilgili çok sayıda yazı var ama bana sorarsanız en harika yazı İbrahim’indir. MİT Marmara Bölge Başkanı Osman Nuri Gündeş emekliliğinde anılarını yazar ve Acilciler içine “elemanlar” (çoğul konuşuyor!) soktuklarını açıklar. 

“Genel sekreter” Lazkiyeli Muhabarat hemen kitabın ilgili bölümünü kendisinin ve Ali Fuat’ın adını çıkararak yayınlar. Ne kadar kurnazca bir çaba, değil mi! İbrahim kısa sürede kitabın orijinalini buldu ve gerçeğini yayınladı. Sitenin arama bölümüne Osman Nuri Gündeş yazarak ilgili yazıları bulabilirsiniz. 

Başka kanıta gerek yok aslında, bu bile yeterdi ama ilgili şahsın Mart 1978’de yakalandığında MİT ile işbirliği konusunda başka kanıtlar da vardı. 

Onuncu yıl vesilesiyle yayınlanacak yazılarda bilinenleri tekrarlamayacağım, o yoğun çabanın arkasındaki bazı bilinmeyenleri anlatacağım.

Sizler de mesela bu site hayatınızda nasıl bir değişikliğe neden oldu, bunu anlatabilirsiniz… Veya anlatabileceğiniz başka konular da olabilir…

Bu konuda yazılacak yazılar www.ibrahimyalcin-paris.blogspot.com sitesinde yer alacaktır. Başlangıç bu sitede [ www.enginerkiner.org ] olacak, devamına bağlantı verilecektir.

İkinci konu Müntecep Kesici ile ilgilidir. Müntecep’in örgüt içi infazda hayatını kaybetmesi kendi başına bir olay değildir. 

1982 yılının yaz aylarında Avrupa’da ve Suriye’de birbirinden bağımsız gelişen iki muhalefet vardı. İçinde benim de bulunduğum Avrupa kanadı Ağustos ayında açık adım attı ve ayrıldı. Bu aynı zamanda 12 Eylül sonrasının ilk büyük ayrılığıydı ve duyulmaması mümkün değildi. Suriye’de daha önce Günay Karaca da muhalefetten olduğu gerekçesiyle öldürülmek istenmişti. Ayrılık somutlaşınca provokasyonlarına hız vereceklerdi. 

Bu süreci anlatacağım. Müntecep’i Antakya’dan tanıyanlar ve ek olarak bu süreci Suriye’de yaşayanlar da konuyla ilgili olarak yazmalıdırlar… 

Bu yazılar da  www.muntecep-kesici.blogspot.com   adresinde yer alacak. Yazıların sadece başlangıçları sitede yer alacak ve tamamı için ilgili bloga bağlantı verilecek.





ONUNCU YILA DOĞRU

Engin Erkiner 


Günlerden beri herkesin kafası seçimle meşgul olmakla birlikte seçim dışı konulara da yer bulunur sanıyorum. 

Onuncu yıldan kastettiğim bu yazıyı okuduğunuz sitenin [ http://enginerkiner.org ] 10. yılı. İlk yazı 2008 yılının Ağustos ayının sonunda konulmuş, ben yazmışım…

Aslında site faaliyete bir ay kadar önce başlamıştı ama bazı aksaklıklar yaşandı, yeniden düzenleme yapılması gerekti ve Ağustos sonundan itibaren düzenli faaliyete geçti. Kaç tane yazar var saymadım ama 30 kadar oldu… 

Sitedeki yazıların ağırlık konusu ilk yedi yılda örgütsel tarihimizle ilgiliydi. Başka konularda yazılar da arada bir oluyordu ama ağırlık bu alandaydı. 

İstediğimiz bütün sonuçlara ulaştık, konu başlangıçta tahmin edemeyeceğimiz kadar büyüdü, hayli ilgi gördü. Reyhanlı katliamı konusundaki yazıyla günlük 14 bin tıklamaya kadar çıktık. 

Sevindirici olan sosyalist harekette hemen herkesin düzenli veya arada bir okuduğu bir site durumuna gelmemizdi. Değişik ülkelere gittiğimde tarihimizle hiç ilgisi bulunmayan insanların bile siteden haberinin olduğunu gördüm. Bunun nedeni, işlenen konuların sadece kendi özelimize ait olmamasıydı. Örgütsel tarihimizi, kendi özelimizi anlatıyorduk ama bizde olanlar değişik oranlarda çok sayıda örgütte de yaşanmıştı. Olaylar farklıydı, insanların adları değişikti ama çok sayıda örgütü kesen ortak bir çizgi vardı. 

Örgüt içi ihaneti sadece biz yaşamadık ama bildiğim kadarıyla bu kadar ayrıntılı olarak ortaya çıkaran başkası yoktur. 

Örgüt içindeki infazları da sadece biz yaşamadık ve –bu konuda eminim- bizim kadar ayrıntılı üzerine giden, genel geçer sözlerle geçiştirmek yerine kim, neden ve nasıl hedef alındı sorusunu ayrıntılı cevaplandıran başka bir yapı olmadı. 

Sol içi şiddetin ve bunun özel biçimi olan örgüt içi infazların neredeyse unutulmuş isimleri hatırlandı: Ali Çakmaklı, Nebil Rahuma, Müntecep Kesici ilk olarak sayılabilecek olanlardır. 

Örgütün kuruluşundan başlanarak tarihinde bilinmeyen yan kalmadı. Meydanı boş bulanların uydurdukları efsanelerin yerini gerçekler aldı… 

Bu çabamıza büyük destek veren sosyalist örgütlere burada yeniden teşekkür etmek gerekir. Bu destekte üç tanesinin; Kurtuluş, PKK ve TKP/ML yeri ayrıdır. Gördüğümüz destek bunlarla sınırlı değildir ama bu üç tanesi daha ön plandadır. 

Bu yapılara ait olmayan ama asla ulaşamayacağımız bilgileri bizimle paylaşan kişiler vardır. Bunlara da ayrıca teşekkür edilmesi gerekir. Sorumluluk duygusu bu arkadaşları harekete geçirmiş. “Bunlar iyi bir iş yapıyorlar, destek olalım!” 

Bu muhteşem destek olmasaydı biz yine önemli adımlar atardık ama bu kadar ileri düzeye asla ulaşamazdık. 

Yedi yıllık faaliyetten sonra sorun bitti, örgütsel tarih temizlendi, konuşulacak pek bir şey de kalmadı… Son üç yılda sitenin faaliyetinin iyice azalan küçük bir bölümü tarihimizle ilgiliydi. 

Site güncel ve genel politik konuların ele alındığı yazılarla varlığını sürdürdü. 

Tekrar şaşırdık, çünkü bu kadarını beklemiyorduk… 

Eskiden günde 1000 tıklamaya ulaştığımızda sevinmiştik, birkaç yıldan beri günde ortalama 3000’den aşağıya inmiyoruz. Yüzlerce politik site bulunmasına karşın durum böyledir. Demek insanlar okunacak bir şey buluyorlar ki, ilgi gösteriyorlar, yoksa neden okusunlar? 

Bu durum hem sevindiricidir hem de önemli bir sorumluluk yüklemektedir. 

Bizim haftada bir yazı yazmak lüksümüz bulunmuyor. Sitede haftada en az üç bazen de altı yazı yer alıyor. Bunların hepsi olmasa bile çoğunluğunun okunmaya değer kaliteli yazılar olması gerekiyor. Okurun teveccühünden şımarıp yazı diye ıvır zıvır şeyler yayınlayamayız. 

Önümüzdeki Ağustos ayında site on yaşını dolduruyor. Bu on yılda yazanlara veya yazmayan ama izleyenlere şöyle bir çağrı yapacağım: bu site sizin için ne ifade etti ya da hayatınızda nasıl bir değişiklik yaptı? 

Yazarsanız yayınlarız… 

Yazıların bir bölümü iki yıl önce kaybettiğimiz İbrahim Yalçın ile de ilgili olacağı için bu yazıları ilgili blogda yayınlayacağız. Başlangıcı bu sitede olur, o bloga link veririz [ www.ibrahimyalcin-paris.blogspot.com ]. 

Sitede 4000 civarında yazı yer alıyor. Bu nedenle yazacak arkadaşların yaşanılan süreci yeniden anlatmaları gerekmiyor, en fazla referans verebilirler. 

Unutmayalım, özelliklerimizden bir tanesi de kendini tekrarlamamaktır… 

Tekrarlama yapılarak sayfa doldurulur ama bir süre sonra sizi kimse okumaz olur… 

Ben de yazacağım, kaç tane olur bilmiyorum ama birkaç tane yazacağım… 

Yaşadığımız örgütsel hesaplaşma ve tarihimizi bütün yönleriyle ortaya dökme sürecinde arka planda kalan konulara değineceğim. Yeni gerçekler açıklamayacağım çünkü bulunmuyor ama arka planda kalan ve biraz da eğlenceli konular var. 

Bir tanesini anlatayım… 

Lazkiyeli Muhabarat 2008 yılı başlarında internet aracılığıyla bana yönelik saldırıya geçmişti. Hakkımda internet adresini bulabildiği herkese dosyalar gönderiyordu. Ardından daha sonra “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attıkları için üniversitedeki görevlerinden ihraç edilen birkaç kişiden ve onların çevresindekilerden şöyle bir teklif geldi: “Sana yönelik saldırıları kınayan imzalı bir metin hazırlayacağız…” 

İtiraz etmiştim. “Sakın yapmayın, herif kendini bir halt zanneder.” 

Ardından eklemiştim: “Meraklanmayın, ben onun hakkından gelirim.” 

2008 yılının ilk aylarında biraz şaşkın olduğumu söylemeliyim. Herif öyle bir savaşa giriyor ki, kazanması mümkün değil… Acaba benim görmediğim bir şey mi var, diye düşünüyorum. Şaşkınlığımın bir başka yanını ise zamanlama oluşturuyordu. Bu işi ben örgütlesem daha uygun bir zaman bulamazdım. 

Almanya’da bir üniversite daha bitirmişim ve özellikle çalıştığım konu Almancasıyla Rekonstruktion der Vergangenheit ya da geçmişin yeniden yapılandırılması idi. Bu büyük bir alandır ve belirli bir konuda geçmişle ilgili bilinenlerin aralarında bağlantı kurmayı ve buradan genel bir tablo çıkararak geçmişi aslına yakın olarak yeniden kurmayı  içerir. İlk tablo çıktığında henüz son değildir, eksikler vardır, bunların neler olduğunu görür ve onları nerede bulabileceğinize karar verip ararsınız. Ve bulursunuz… 

Bulma işinde asıl yük İbrahim’in üzerindeydi. Onun ilişkileri benimkinden hayli fazlaydı. İyi bir işbölümümüz vardı. 

Mart 1978’de yaşanılan, ülke çapında yaklaşık 80 kişinin yakalanmasıyla sonuçlanan ve üzeri sürekli örtülmeye çalışılan operasyondaki müthiş ihaneti ortaya çıkardık. Polisle anlaşma orada bitmemiş, devam etmişti. 

Bu yöntemi iyi öğrenmemiş olsaydım bunu çıkaramayabilirdik ya da bu boyutta yapamazdık. 

Önemli olan ilk iki yıldı, belirli bir eşiğin aşılmasıydı. Sonrasında her taraftan yağmur misali yağan bilgi karşısında şaşkına dönmüştük. Vay be!.. 

İbrahim’in sözleriyle, “Neler çıktı ortaya!..” 

Daha önce belirtmiştim ama yeniden söyleyeyim: İbrahim Yalçın mutlu öldü ve böyle olması benim için de büyük mutluluktur. Yaşadığımız süreç benden daha çok onun için önemliydi. Kendisini malum tip tarafından aldatılmış olarak hissediyordu ve haklıydı da… 

Son olarak insanımızda bitmeyen ve galiba bitmeyecek de olan subjektivizm üzerinde durmak istiyorum. Bazı arkadaşlar İbrahim’i sevdiğim için böyle bir çaba içinde olduğumu sanıyorlar. 

İbrahim Yalçın, THKP-C (Acilciler) olarak bilinen örgütün tarihinin önde gelen isimlerinden birisidir. Kendisini severim, orası ayrı ama ben onu sevsem de böyledir, sevmesem de böyledir. 

Biraz daha objektif olmaya çalışalım, iyi olur…

Ağustos ayına doğru konuyu yeniden hatırlatırım…


11.6.2018