İbrahim ile ilgili yazıya başlamadan önce hayli düşünmem gerekti. Konu
belli; 2008-2013 arasında www.enginerkiner.org sitesi aracılığıyla süren tarihimizin baştan
aşağıya ve kamuoyuna açık olarak gözden geçirilmesi ve içimizdeki büyük
ihanetin ortaya çıkarılması süreci…
Ülkeden ve ülke dışından 25 kişi, bazılarının adları geri planda kalarak bu
süreçte yer aldılar. İbrahim ile ben ön plandaydık, konuyla ilgili olarak en
fazla biz yazdık ve bu da normaldi çünkü ikimiz de merkez düzeyde kişiler
olduğumuz için geneli daha iyi görebiliyorduk.
Konu belli, ne anlatılacağı da belli ama nasıl başlanabilirdi, bir süre
bulamadım. Sonra internette bir yerde başlığı okudum: hayatta iz bırakacaksın!
Hayattan gittiğinde geride bıraktığın iz olacak…
Her insan hayatta bir sürü şey yapar ve bunların büyük çoğunluğu unutulur.
O kadar ki yapanın kendisi bile hatırlamayabilir. Hepimizin hayatı böyle
olaylarla doludur. Bazı önemli şeyler ise unutulmaz, iz olarak kalırlar. Neyin
kalacağı, neyin unutulacağı yapılırken bilinmez; aradan zaman geçtikten sonra
belli olur.
Mesela, 1974-75’te yazdığım Türkiye
Devriminin Acil Sorunları’nın (TDAS)
bir harekete adını vereceğini ve aradan 30-35 yıl geçtikten sonra 1975-80
döneminin en iyi metinlerinden birisi olarak kabul edileceğini önceden
bilemezdim. TDAS’ın izi kaldı ve
kalacak…
Keza, 28 yıl yayınlanan YAZIN
Dergisi’nin de izi daha az oranda olmakla birlikte kaldı. Bunu şimdiden
görmek mümkündür. Ülke dışında en uzun süreli çıkan kültür dergisi olmasının
yanı sıra, Almanya’da başlayan ve ardından on bir yıl Türkiye’de de çıkan bir
dergi olmak özelliğine sahiptir.
Buna karşın, Paris ev işgalleri zamanla unutulacak bir olaydır. Zamanında
önemliydi, Türkçe ve Fransızca basında yer aldı. Acilciler hareketinin 12 Eylül
sonrasındaki en büyük eylemidir. Hakkında bir de kitap yazdım ama zamanın
yıpratıcı etkisine dayanmayacaktır.
İbrahim Yalçın’ın adı yaygın olarak biliniyor. Cezaevi direnişlerinden,
sosyalist hareket içindeki ilişkilerinden ve tutumundan biliniyor, ama buradan
kalıcı iz çıkması zordur.
Buna karşılık 2008-2013 arasında yaşadığımız örgütsel tarihimizle
hesaplaşma sürecinin izi kalacak gibi görünüyor. Ne o ve ne de ben, bu işe
başlarken konunun bu kadar duyulacağını, tahminimizin oldukça ilerisinde
aydınlatıcı olacağını, tarihimizle ilgili bilmediklerimizin bu kadar ortaya
çıkabileceğini düşünmemiştik.
Her zamanki özellik; başlarken konunun daha sonra ulaşacağı boyutu
düşünemiyorsunuz.
Reyhanlı katliamından bir gün sonra bütün basın Acilciler adıyla doluydu.
Katliamı bu örgütün yaptığı söyleniyordu. Polisin açıklaması da bu yöndeydi.
Kendisini “Acilciler’in genel sekreteri” olarak gösteren Lazkiyeli Mihrac Ural
da katliamın arkasındaki isim olarak öne çıkarılıyordu.
O gece “Acilciler Reyhanlı
katliamında yoktur” başlıklı bir yazı yazıp sitede yayınladım. Ertesi gün
öğleyin üniversitede dersteyim, cep telefonuyla internete girip sitedeki duruma
baktım. O günkü ziyaretçi sayısı 1400 kadardı ve fena rakam değildi. Biraz sonra
içime şüphe düştü, yanlış okumuştum sanırım. Bir daha baktım, arada bir sıfır
daha vardı; 14 bin civarında giriş yapılmıştı. Yazı çok okunmuştu ve
okunuyordu. Kuşkusuz insanlar Acilciler ile ilgili bilgiyi burada
bulabileceklerini önceden bilmeselerdi yazı kısa sürede bu kadar çok okunmazdı.
Tanınıyorduk, izleniyorduk.
Tam da istediğimiz gibi oluyordu. Siteye şu veya bu yazı için giren başka
yazıları da okuyordu. Okunma sayılarındaki artıştan bu durum izlenebiliyordu.
Kuvvetle tahmin ediyorum ki bu yapılanın izi kalacaktır. Şimdilik öyle
görünüyor, ilerde de sürer umarım…
İbrahim Yalçın mutlu öldü, çünkü hayatı boyunca çok şey yapmanın ötesinde
geride iz bıraktığından emindi.
Ölümünden önceki görüşmemizde, “Neler ortaya çıktı, bu kadarını hiç düşünmemiştik”
demişti. Konunun bu kadar büyüyeceğini, bu kadar dikkat çekeceğini daha önce
hiç birimiz düşünmemiştik. Ama geleceğe kalan bütün önemli konularda hep böyle
olur; başlarken bilemezsiniz.
2008-2013 arasındaki süreci başlıklara bölerek ve başlıca noktaları öne
çıkararak anlatacağım. Ayrıntıları, tarihimizdeki ihanetin adım adım nasıl
ortaya çıkarıldığını merak edenler, yazının başında adı geçen site dahil,
birazdan vereceğim geniş listedeki internet adreslerini dolaşmalıdırlar.
2008-2013 süreci bir hayatın bitiş sürecidir. 1976’da 20 yaşındayken
içimize Muhabarat ajanı olarak giren Mihrac Ural, 2013’te 57 yaşındayken kirli
işleri, yoldaş cinayetleri, MİT bağlantısı ortaya çıkarılarak ölümden beter bir
tasfiyeye uğramıştır. Kendisini yıllarca THKP-C (Acilciler) Genel Sekreteri
olarak ilan eden bu tip artık bu adı ağzına alamaz duruma geldi.
Kişinin gerçek yüzü ortaya çıkarılarak hayatından 37 yıl götürülürse,
geriye ne kalır?
Yine de bazı şeyler kalır: Hatay’da bazı “akıllı hemşeri”lerini ve mezhepçi
zihniyet sahibi bir kısım Aleviyi bulabilir. Onlarla oynasın artık!
1. BAŞLANGIÇ
2008 yılı başlarında değişik politik hareketlerden arkadaşlar bana Faiz
adında bir kişiyi tanıyıp tanımadığımı sordular. Tanımadığım gibi adını da ilk
kez duyuyordum. Bu kişi benim hakkımda değişik suçlama yazılarını ulaşabildiği
herkese gönderiyormuş. Kimdi bu tip, anlamadım.
Durum bir süre sonra ortaya çıktı: Mihrac Ural, adını Faiz Cebiroğlu olarak
hatırladığım ve Danimarka’da öğretmenlik yapan bir hemşerisinin elektronik
ileti adresinin şifresini almış, o izindeyken benim hakkımda suçlama yazıları
gönderiyormuş. Yıllardır sesi çıkmayan bu tipe ne olmuştu böyle?
Gerçek durum birbirinden farklı gibi görünen parçaların birleşmesiyle
birkaç yıl sonra tam olarak ortaya çıkacaktı: Bu bir devlet operasyonuydu.
Mihrac Ural, Acilciler ve HDÖ davalarından hapis yatan kişilerin kurdukları özgürmedya adlı haber sitesine alınmamıştı, ama benden
orada yazı yazmam istenmişti ve yazıyordum da…
Mihrac Ural ve işbirliği içinde olduğu devletin istihbarat örgütleri
buradan THKP-C (Acilciler)’in yeniden kurulacağı ve benim de başlarına
geçeceğim sonucuna ulaşmıştı. Tümüyle yanlış bir sonuçtu; ne benim ne de söz
konusu haber sitesinde bulunanların böyle bir amacı yoktu, ama devlet ve Mihrac
Ural böyle düşünüyordu. Bu nedenle, bana karşı sosyalist hareket çapında
karalama kampanyasına başlamışlardı.
Başlangıçta nedeni bu kadar açık olarak belli olmayan bu girişim, birkaç
yıl sonra Mihrac Ural’ın yakın elemanı Mehmet Yavuz’un DYP Mersin İl Başkan
Yardımcısı ve bu partinin başkanı Mehmet Ağar ile yakın ilişkisi olmasının
ortaya çıkmasıyla iyice açıklık kazanacaktı.
Büyük bir yanılgı temelinde başlayan ama sonuçta hayırlara vesile olan bir
devlet operasyonu… İşe başlarken konunun ne kadar büyüyeceği ve bilinmeyenlerin
nasıl ortaya döküleceği hesaplanamayabiliyor…
Mihrac Ural yeni öğrendiği elektronik medyayı kullanarak büyük işler
yapabileceğini sanıyordu. Bu medya ile ilk tanışanlar genellikle böyle
düşünürler. Bir bölümü ancak zamanla hayatta var olmadan bu medyada var
olunamayacağını öğrenir, bir bölümü ise hiç öğrenemeyecektir. Yıllardır
sosyalist hareketle ilişkisi bulunmayan bu tipin gerçek yerinin neresi olduğunu
öğrenmesi, elektronik medyada boy göstermekle bir şey olunamayacağını anlaması,
olunsa bile gelip geçici olduğunu görmesi için birkaç yıl yeterli oldu.
Yağma yok! Ona elektronik medyayı dar ettik...
Çok sayıda kişi tarafından bilinen ve izlenen www.enginerkiner.org ’un yanı sıra
aşağıdaki listeyi bilginize sunmak istiyorum. İçlerinde iyi bilinenler ve az
bilinenler var. Sadece 2008-2013 süreciyle ilgili yazılar için şu bloglara da
bakılabilir:
THKP-C (Acilciler) http://thkp-c-acilciler.blogspot.com
THKP-C/Acilciler-Tarih http://thkp-c-acilciler-tarih.blogspot.com
NEBİL RAHUMA - Tarih http://nebilrahuma-tarih.blogspot.com
Engin Erkiner http://enginerkiner.blogspot.com
Günay Karaca ve 81 Arkadaşı http://iddianame-1980.blogspot.com
Belma’ya Mektuplar http://enginerkiner-mektuplar.blogspot.com
Engin Erkiner - Yazılar http://enginerkiner-yazilar.blogspot.com
Konuk
Yazılar http://enginerkiner-konuklar.blogspot.com
Engin Erkiner - Yazılar https://enginerkineryazilar.wordpress.com
Yüksel Eriş https://yukseleris.wordpress.com
Acilciler https://acilciler.wordpress.com
Mihrac Ural https://mihracural.wordpress.com
Konuyla ilgili bu kadar çok mu yazı var, diye sorarsanız; evet, diyeceğim. www.enginerkiner.org ’da yaklaşık 4.000 yazı yer alıyor. Bu yazıların yaklaşık yarısı, 2008-2013 süreciyle, içimizdeki hainin ortaya çıkarılmasıyla ilgilidir. Konuyla ilgili olarak 25 kişi yaklaşık 2.000 yazı yazdı. Bunların büyük bölümü ilgili sitede yer alıyor, yazı olarak yer almayanların da nerede yayınlandıklarının bilgisi sitede belirtilmiştir. Bloglarda konuyla ilgili bazı yazılar bir araya toplanıp daha derli toplu olarak yeniden sunulmuştur.
Devam edelim…
2. İLK DÖRT AY
Ağustos 1988’de ( www.enginerkiner.org ) yayına
başladı, ( www.yazinverlag.org ) ile ( www.yazinverlag.de )
siteleri de faaliyete geçti, ama esas olarak ilkini kullanıyordum.
Başlangıçtaki yayının içeriği tümüyle Mihrac Ural’ın Muhabarat faaliyetiyle
ilgiliydi. Yalandan kim ölmüş misali kendisi de bunu inkâr ediyordu.
Kısa sürede bir şeyin farkına vardım; sosyalist hareketteki değişik
insanlar bu konuda oldukça bilgiliydi ve kimse yazdıklarımı garip
karşılamıyordu. 1980’li yıllarda çok kişi bir süreliğine Suriye’de kalmıştı ve
bu kişinin açıktan yürüttüğü Muhabarat faaliyetini biliyordu. Bu ve
çevresindeki birkaç kişi ülkeye gelen devrimciler hakkında Muhabarat’a rapor
verirlermiş. İş bu derece ilerlemiş yani…
Nasıl olacak hangi aşamalardan geçecekti bilemiyordum ama herifin bu
mücadeleyi kaybedeceği daha o aşamada belli olmaya başlamıştı.
Site faaliyete geçtikten iki ay kadar sonra tanık1988 ismiyle
elektronik bir ileti aldım. ODTÜ’den soyadı Tanık olan tanıdığım bir kişi
vardı, önce o sandım. İletide Mihrac ile karşılıklı yazılarımızın devrimci
harekete zarar verdiğinden ve bunların derhal durdurulması gerektiğinden söz
ediliyordu. Tanık1988 Mihrac ile görüşmüştü ve o da bu yönde davranmaya hazır
olduğunu açıklamıştı. Ek olarak zaman içinde o güne kadar yayınlanmış olanlar
da yayından kaldırılacaktı.
Mihrac Ural interneti kullanmayı sadece kendisinin bildiğini sandığı için
aynı yöntemi başkasının daha etkin kullanabileceğini düşünmemişti.
İletiyi bir kere daha dikkatle okudum, bu Mihrac’ın ifadesiydi. Yazan oydu
ve bu iletinin tek anlamı vardı; hafiften harekete geçince bile karşı tarafta
telaş başlamıştı. “Elinden geleni ardına koyma, neymişsin görelim bakalım!..” diye
cevap yazdım. Başlanmıştı, sonuna kadar gidecektim…
O yılın sonbaharında Frankfurt Kitap Fuarı’nda Türkiye konuk ülkeydi ve ben
de Yazın Yayıncılık adına stand almıştım. İbrahim de bir gün Paris’ten gelerek
uğradı. Siteyi duymuştu ve “Neden ben de yazmıyorum?..” dedi. Soruyu
bana değil kendisine soruyordu ve aynı yılın sonunda da uzun bir yazıyla
başladı: Mihrac Ural adlı hain Türkiyeli devrimcileri aldatmaya devam ediyor!..
Bu yazı sitedeki konuk yazıları bölümündeki ilk yazıdır ve müthiş etkili
oldu. Yazı başlığını internete verip öyle de bulabilirsiniz. Etkili olmasının
nedeni, ayrıntılı ve somut bir yazı olmasıydı. İbrahim 1986’de Suriye’ye
gitmiş, bir süre orada kalmış, durumu yaşamış ve daha önce olanları da
öğrenmişti. Örgüt içi infazlar hakkında da ayrıntılı bilgisi vardı.
Sonraki yıllarda tahminlerimizin oldukça üzerinde büyüyecek sitenin
kuruluşunu ve ilk birkaç aylık faaliyetini ben yürüttüm, daha sonra sayısı 25’e
varan sayıda arkadaş yazılarıyla aramıza katıldı, ama şurası açıktır: 2008-2013
döneminin en etkili kişisi İbrahim Yalçın’dır. Daha sonra anlatacağım gibi
birbirini iyi tamamlayan bir işbölümümüz vardı. Onun tanıdıkları benden hayli
fazlaydı. Hareketin çok sayıda militanıyla hapiste kalmış, onları 1986’da
Suriye’de de görmüştü. O sırada görmediklerini de nasıl bulabileceğini biliyordu
ve hepsiyle temas kuruyordu. Mihrac Ural’ın işlediği suçlar konusundaki bilgisi
benimkinden fazlaydı. Bu durum onun daha somut ve etkili yazmasının başlıca
nedeniydi.
Kısa süre sonra 2008-2013 dönemindeki gelişmelerin dönüm noktası gündeme
geldi: Nebil Rahuma olayı…
3. NEBİL RAHUMA
Mihrac Ural büyük oynadı: Nebil Rehuma adına Antakya’da içi boş bir mezar
açıldı, amaç Nebil’in adını kullanarak örgütlenme yapmaktı. Fena fikir değildi
doğrusu ama suçları o kadar büyüktü ki, iyi fikirler de onu kurtaramayacaktı.
Nebil Rahuma HDÖ’nün Adana sorumlusu Ali Çakmaklı’nın 12 Eylül’den hemen
sonra Mihrac Ural’ın direktifiyle öldürülmesine misilleme olarak İstanbul’da
HDÖ’cüler tarafından öldürülmüştü. Kendisine yöneltilen suçlamanın ipe sapa
gelir tarafı yoktu, ama asıl önemli olan bu değildi.
12 Eylül sonrası dönemde İbrahim de ben de İstanbul’da idik. Ben konumum
gereği ortalıkta fazla dolaşamıyordum. İbrahim’in Nebil ile düzenli bağlantısı
vardı ve öldürülme sürecini biliyordu. Ek olarak Nebil, Mihrac tarafından
resmen hedef gösterilmişti. Nebil’in gerçek öldürülme nedeni, HDÖ içinde
Mihrac’ın ajanı olduğu düşüncesiydi. Mihrac da Ali Çakmaklı’nın öldürülmesinin
ardından bu düşünceyi besleyecek haberleri ortalığa yaymıştı.
Nebil’in çocukluk arkadaşı Erkan Ulaşan, Nebil’in kendisine “Mihrac
tarafından gönderilen pusulalarda yazılı olan yere gittiği için iki kere
yakalandığını” söylediğini yazacaktı. Nebil iki kere yakalanmıştı: Mart 1978
operasyonunda ve hapisten kaçtıktan sonra bir kere daha…
İbrahim bu bilginin önemini hemen fark etti. Konunun ne kadar önemli olduğu
Mihrac’ın yaşadığı panikten de anlaşılıyordu. Tabii hemen yalanladı, karşı
tarafa suçlamalar yöneltti ama bunlara alışıktık. Bozuk mal satan işportacı
gibi sürekli bağırıp çağırarak dikkati başka tarafa çekmeye çalışıyordu.
İbrahim de ben de Mihrac’ın Isparta cezaevine geldiğinde (1978 Mayıs) bize
gösterdiği polis ifadesini hatırlıyorduk. Orada Nebil ile ilgili hiçbir şey
yoktu. Nebil eğer Mihrac tarafından
yakalatılmış ise ve bu da ifadede yer almıyorsa, bunun tek anlamı ifadenin
polis tarafından düzenlenmesiydi.
İfadesini yayınlamasını istedik, ama yapamadı. Herkesin polis ifadesini
yayınlayan ve bunlar üzerinden çıkarsamalar yapan Mihrac’ın kendi ifadesi
“arşive kalkmıştı”. İfadesinin polis tarafından –tabii ki anlaşma karşılığı-
düzenlendiğinin anlaşılacağı korkusuyla “arşive kalktı” yalanına sığınıyordu.
Dikkatimiz böylece hakkında hiç bilgimiz bulunmayan, o güne kadar
titizlikle saklanan Mart 1978 operasyonuna çevrildi. Bu operasyon Samsun,
Bursa, İstanbul, Ankara, Niğde, Mersin, Antakya, Adana’da gerçekleşmiş ve yüze
yakın Acilci yakalanmıştı. Nasıl olmuştu, bilinmiyordu ve hiçbir şekilde
üzerine gidilmiyordu. Mart 1978’de İbrahim ile birlikte Isparta cezaevindeydik
ve operasyonu gazetelerden okumuştuk. Konu daha sonra sürekli geçiştirilmişti.
Mihrac her zaman olduğu gibi önce yalana başvurdu. “O dönemde haberleşme için pusula
kullanmazdık” dedi, hemen arkasından Mehmet Avan’dan yalanlama geldi: “Sen
bana pusula verip İstanbul’a göndermemiş miydin?..” dedi.
Mihrac Ural “İki çeşit polis ifadesi yoktur, devrimci hareket de böyle bilir!..” diye
cevap verdi.
Büyük laf doğrusu! Devrimci hareket de böyle bilir’i etkili olması için
ekliyor ama yalanlama hemen geldi: Polis, Mehmet Avan’a anlaşma teklif etmiş, “karşılığında
ifadeni düzenleriz, fazla yatmazsın” demiş; Mehmet kabul etmemiş ve on yıl hapis
yatmıştı.
Bu arada Nebil’in gerçek mezarını aramak için birkaç kişi; Erkan, Mehmet
Yavuz ve Hasan Balcı bir araya gelir. Nebil İstanbul’da öldürüldüğüne göre
bilinmeyen mezarı da burada olmalıdır.
Hasan Balcı 1979 yılında 16 yaşındayken Selimiye Askeri Cezaevi’nde bir
süre kalmış, beni oradan tanıyormuş. Hayal meyal birisini hatırlıyordum ama
doğru mu hatırlıyordum, emin değildim. Hasan ile yazışmalarımız bende dengesiz
ve gördüğü her boşluğa dalan bir tip izlenimi bıraktı. Mihrac ile internette
tanışmıştı ve bir dönem onunla birlikteydi. Ardından site yayına başlayınca “gerçeği
öğrenmiş” ve bizim tarafımıza geçmişti. Mihrac ile birbirlerine küfrediyorlardı
ama aralarındaki bağlantının hiç kopmadığı görüşündeydim. Neden diye
sorarsanız, içgüdüsel bir his diyebilirim. Isparta cezaevinde iken İstanbul
mahkûmuyla altı ay aynı koğuşta kalmış ve büyük tecrübe sahibi olmuştum. Bu tiplerin
birkaç hareketinden karakterini çıkarırdım.
Hasan büyük bir enerjiyle işe koyuldu ve yaptıklarını sürekli olarak sitede
yazıp duyuruyordu. Bu arada bana övgülerini de ihmal etmiyordu. Toplam 60 yazı
yazdı. Beni ve sonra İbrahim’i övdü, Mihrac’a ve Mehmet Yavuz’a sövdü, arama
çalışmalarındaki gelişmeleri duyurdu. Çalışkan ve yararlı birisiydi, sadece ne
yaptığını gözden kaçırmamak gerekiyordu.
Hasan’ın yazılarını siteden okuyabileceğiniz gibi özünü özetini yansıtan kısaltılmış biçimini de ( www.mihracural.wordpress.com
)’dan okuyabilirsiniz. Bu sayfadaki Mihrac Ural fotoğrafına her baktığımda beni
gülme tutar. Biz uydurmadık, kendisi yapmış ve yayınlamış. Terk edilmek zorunda
kalınan Alevi evlerini yağmalarken enselendiğini örtbas etmek için “başarılı
oldum” gerekçesiyle yeşillikten kendine taç yapıp poz vermiş!
Beni sürekli gülme tutar, sizi bilmem!
Ve derken Mihrac’a bizim de beklemediğimiz yerden ağır bir darbe daha
geldi. Tanımadığı bir kadınla internette yaptığı yazışmaları siteden haberi
olan kadın bize verdi ve amanın neler vardı!
4. MİHRAC URAL’IN İNTERNET
YAZIŞMALARI
Yazışmalar o kadar uzundu ki, İbrahim bunları tefrika yaparak yayına
hazırlamak zorunda kaldı. Mihrac Ural konuşuyordu da konuşuyordu. Bitmez
tükenmez kendini övme bölümlerini bir yana bırakırsak, değerli bilgiler
veriyordu. Muhabarat’ın üst düzey elemanlarıyla fotoğrafları vardı. Kendisini “genç
Urubacı” olarak tanıtıyordu. Bu
örgüt babasının da dahil olduğu –ajanlık aile boyu- Hatay’ın Suriye’ye
bağlanması için çalışan Muhabarat ilişkili bir örgütmüş. Böylece “Arap
ve Alevi olduğum için bana Muhabarat diyorlar” diye ağlaşan şahsın
kendisi ne olduğunu açıklamış oluyordu. Teşkilata iki haftada bir rapor verdiği
de yazdığı bilgiler arasındaydı.
Ne raporu veriyordu acaba?
Hatay’da Suriye sınırına yakın bir karakolun fotoğraflarını çekerken
yakalanan Ecevit Bahçecioğlu’nun faaliyetlerini bildiriyor olabilirdi. Bu
gazete bilgisi “Suriye casusuna suçüstü” başlığıyla yayınlanmıştı. Ek olarak, bir süre
Suriye’de kalan İbrahim Yalçın oradaki Türkiyeli sosyalistlerin kendileriyle
ilişkide ihtiyatlı davrandıklarını, çünkü Acilcilerin Muhabarat’a haklarında
rapor verdiğini düşündüklerini yazmıştı.
Mihrac Ural yazdıklarını inkâr edemedi ve bu da zaten mümkün değildi. Bu
tür bilgiler bize ulaştığında önce inanamadığım oldu. İnsan bu kadar pervasız
olabilir miydi? Olabiliyormuş!..
Daha sonra başka bir internet arkadaşı da bize kendisiyle yazışmalarını
gönderecekti. İbrahim bunları da iki bölüm halinde yayına hazırladı. Mihrac
Ural burada “Acilciler’i ehlileştirdiğinden” söz ediyordu. Biz de zaten
bunu iddia ediyorduk. Mart 1978 operasyonunda polisle anlaşan Mihrac Ural ifadesinin
düzenlenmesi karşılığında Acilciler’i tasfiye etme sözü vermişti.
Derken bir bomba daha patladı: Mart 1978’de Bursa yerel gazetelerinden birisinde
Mihrac’ın genelev önünde sıra beklerken fotoğrafı yayınlanmıştı. Hazret
panik halindeydi, “bunlar geri kalan bilgiyi de bulur” düşüncesiyle kabul etti ve
“kimliği
olmadığı için geneleve giremediği” bilgisini verdi.
Vay be! Ülke çapında arandığını iddia eden kişi kimliksiz mi dolaşıyordu?
Bursa’da takip altında olduğu bilgisini de veriyordu. İyi de İbrahim’in de
benim de hatırladığımız Mihrac’ın polis ifadesinde Bursa hakkında kelime yoktu.
Bursa konusunu ilk defa duyuyorduk. Hazret dökülüyordu ve döküldükçe de MİT ile
işbirliği iyice açığa çıkıyordu. Kimliksiz olduğu için geneleve alınmamıştı ve
bunun tek açıklaması vardı: Kimliği polisteydi ve işbirliği o
derecedeydi ki kendisine genelev hizmeti verilmişti!..
5. BİR DARBE DAHA…
Mihrac Ural “30 yıl sonra her şey unutulmuştur” sanırken MİT-Muhabarat
ilişkisinin ortaya çıkmasına karşı yeni bir hamle yaptı. Müthiş bir psikolojik
baskı altında bulunduğu için hamleyle birlikte hata da yaptı; çünkü
düşünmüyordu, tek amacı o anı kurtarmaktı. Sağkolu sayılan Mehmet Yavuz
vasıtasıyla internette “Biz Acilciler”
diye başlayan bir duyuru yayınladı. Bu kişiler Mihrac Ural’a Acilciler olarak
sahip çıkıyorlardı!
“Ben Acilciyim” demek “Ben Kanarya Sevenler Derneği üyesiyim” demekten
farklıydı. Polis bunları “gizli örgüt üyeliği” gerekçesiyle
gözaltına aldı, ifadelerini alıp bıraktı.
Bir süre sonra Mehmet Yavuz ve birkaç kişinin polisteki ifadesi bize
ulaştı. Mehmet Yavuz ifadesinde DYP Mersin İl Başkan Yardımcısı olduğunu, bu
partiden seçimde aday adayı olduğunu açıklıyordu.
Sitede bu ifadeyi okuyanların bana söyledikleri gerçekti: Sosyalist
harekette böylesi bir olay ilk defa oluyordu. Şu pervasızlığa bakın; kişi
devrimci geçiniyor, Nebil Rahuma’nın mezarının bulunmasıyla ilgileniyor, anma
törenlerine katılıp sol yumruk havada marş söylüyor ve DYP’de önemli bir
görevde bulunuyor!
Böylesi gerçekten görülmemişti!
Mehmet Yavuz daha sonra “battı balık yan gider” misali Mehmet Ağar ile
yakın ilişkisini kendi bloğunda açıklayacaktı. Haklıydı, gizlenecek artık ne
kalmıştı ki!
Bir devlet operasyonu karşısında bulunduğumuz artık kanıtlanmış sayılırdı.
6. MEZAR BULUNDU VE SONRASI…
Hasan Balcı, Nebil’in mezarını bulduğunu ilan etti! Gerçekte bulunan mezar
değildi. Nebil kimsesiz birkaç kişiyle birlikte bir parsele gömülmüştü. Aradan
yıllar geçmiş ve kemikler birbirine karışmış olmalıydı, Nebil’den kalanların
bulunması ancak DNA analiziyle mümkündü.
Hasan’ın kafası bu kadar çalışmıyordu tabii ve unutulmuş Nebil Rahuma’nın
hatırlanması ve gelişmelerin sosyalistler tarafından da izlenmesinden hareketle
başka amaçlar peşindeydi. Boş gördüğü yere dalıyordu. Yüksel Eriş’i hedef
seçti. Aklınca buradan hareketle Acilciler arasında yeni bir kanat
oluşturacaktı, ama yapamadı.
Yüksel Eriş bloğu kuruldu ( www.yukseleris.blogspot.com ). Yüksel
ile ilgili bilgileri yayınlamaya başladık. Hasan Balcı ne de olsa becerikli
adam, Yüksel’in kardeşini yanına aldı ama Yüksel’in devrimci faaliyetiyle ilgili
hiç bilgileri yoktu. Başarılı olamadılar.
İbrahim, “Bu adamın –Hasan’ı kastediyor- bizimle ne işi var, gönderelim
gitsin” dedi. Ben de iki hafta kadar daha geçmesi gerektiğini, Hasan’ın
“Nebil’i Mihrac’a teslim ederim”
şantajına başvuracağını, ama kendisinin Nebil’in mezarı konusunun önemini
kaybettiğini henüz anlamadığını belirttim.
İbrahim, bunun olamayacağını düşünüyordu. Hasan, Mihrac’a yönelik küfürlü
birkaç yazı yazmış ve bunlar da sitede yayınlanmıştı. Gerekçesi haklıydı ama
Isparta cezaevinde birlikte kaldığım İstanbul mahkûmundan hareketle bu tipleri
tanıyordum. Kendisine tavır alındığını anlar anlamaz beklediğim şantajı yaptı.
“Hemen git, Nebil’den kalanları
Mihrac’a teslim et. Mihrac’ın öldürdüklerinin yanında toprağa gömün. Üçünüz
birlikte –Mehmet Yavuz dahil- devrimci marşlar söylersiniz. Size çok
yakışacağına eminim!..” şeklinde cevap yazdım.
Mihrac Ural, Nebil’i kullanamamıştı, bu iş bitmişti. Nebil Rahuma
hatırlanmıştı, nasıl yakalatıldığı, nasıl hedef gösterildiği konularında çok
yayın yapılmıştı ve mezarının nerede olduğu artık hiç önemli değildi.
Hasan rest çekti, resti gördük, hiçbir şey yapamadı.
7. SONA DOĞRU…
Hiç beklemediğimiz bir şey daha öğrendik. Mihrac Ural ile birlikte
yakalanan Mustafa Burgaz ile telefonda konuşuyoruz. Antakya’daki polis
nezarethanesinde oraya getirilmiş olan Ali Fuat Çiler’den söz ederken lafın
gelişi “Mihrac’ı da gördün değil mi?..” diye sordum.
“Hayır,
Mihrac Antakya’ya gelmedi!..” dedi. Ne demek şimdi bu?
Mart 1978 operasyonunda hayatında Antakya’yı görmemiş olanların bile bu
kente getirilip Samandağ’daki banka soygunuyla ilişkilendirilmek istendiğini
biliyorduk. Antakyalı Mihrac Ural nasıl olur da bu kente getirilmezdi!..
İbrahim’e telefon edip durumu anlattım. Sessizlik oldu…
“Biz bunu
şimdiye kadar nasıl düşünmedik?..” dedi.
Evet, düşünmemiştik, otomatik olarak Antakya’ya da götürüldüğünü
varsayıyorduk. Mihrac polisle işbirliğinin ortaya çıkmaması için bu kente
götürülmemişti. İbrahim bunu açıkça yazdı ve neden götürülmediğini sordu.
Mihrac panikten ne söyleyeceğini şaşırdı. “Orada deşifre değildim, onun için!..”
dedi. Sürekli yalan söylemek zorunda kaldığı için kendi yalanlarını
yalanlıyordu. Daha önce de deşifre olduğu için Adana’ya gitmek zorunda
kaldığını anlatmıştı. Bu iş bitmişti, ama bitmiyordu ki…
8. ŞALTERLİ ELEKTRİK İŞKENCESİ
Darbuka artık elimizdeydi, istediğimiz ritmi verip Mihrac’ı oynatıyorduk.
“Sürekli
olarak beni iki hafta boyunca dolaştırdılar, diyorsun. Nerelere götürdüler,
anlatsana!..” diye sordum. Cevap yok!
Nasıl olsun; polis gezmeye götürmeyeceğine göre yer göstermeye götürmüştür.
Cevap veremedi!
Bu sefer daha kolay bir soru sordum: “Çok işkence gördüm, her tarafım parçalandı
diye defalarca yazdın. Nasıl işkence gördün, anlatsana!..”
Eh artık bu sorudan da kaçamazdı, kendisine “şalterli elektrik işkencesi”
yapıldığını anlattı. İbrahim hemen atladı ve “Elektrik işkencesi şalterle
yapılmaz!..” diye başladı.
Mihrac Ural bırakın işkence görmeyi, işkenceyi anlatan kitap bile
okumamıştı. Elektriğin şalterle verildiğini sanıyordu!
Bütün çabası dikkatleri sürekli 1977 İstanbul darbesine çekerek Mart 1978
büyük operasyonunun gözden kaçırılmasını sağlamakta yoğunlaşmıştı ama yol
bitmişti artık!
9. VE SON…
Bu iş bitmişti. Mihrac Ural sosyalist harekette, Acilciler arasında ve Antakya’da;
MİT ile anlaşması, Muhabaratlığı, devrimci katilliği ve pis işleriyle
fazlasıyla biliniyor olmuştu.
Bizi rahatsız eden tek konu kalmıştı: Kimsenin ciddiye aldığı yoktu ama bu
kişi tarafından THKP-C (Acilciler) adının kullanılmasından rahatsız oluyorduk.
Kendisi sözümona “Genel Sekreter” idi ve sürekli bu imzayla basın açıklamaları
yayınlıyordu.
Reyhanlı katliamı oldu. Katliamın Mihrac Ural ve Acilciler tarafından
yapıldığı basında yoğun olarak yer aldı. Buna karşı sitede yazının başlarında
sözünü ettiğim çok okunan bir yazı yazdım ve iyice panikleyen Mihrac Ural da “Acilciler
adlı örgütün 20 yıldır bulunmadığını” açıkladı. Olmayan örgütün genel
sekreteri de olmayacağına göre artık bu ismi kullanamayacaktı. 2008’den beri
böyle bir örgütün mevcut olmadığını sürekli anlatıyorduk, ama kendisi aksini
iddia etmişti ve artık yolun sonuna gelmişti.
Ne orandadır bilemem ama Mihrac Ural’ın Reyhanlı katliamıyla bağlantısı olduğuna
eminim. Yoksa “Bu paniğin nedeni nedir?..” diye sorulması gerekir.
Daha sonra Suriye iç savaşında “Komutan” görünümüyle varlığını sürdürmeye
çalışacaktı. Biz amaçlarımıza ulaşmıştık, bundan sonra ne yaparsa yapsındı…
İbrahim’in hastanede olduğu günlerde kendisinin MİT tarafından
kaçırıldığını, ortadan kaybolduğu haberlerini duyduk. Kim çıkarıyordu bu
haberleri, yakın elemanları!..
“Ben öldüm,
haberiniz olsun!..” numarasını bildiğimiz için sesimizi çıkarmadık ve bir
süre sonra da terk edilmek zorunda kaldı. Alevi evlerini yağmalarken
yakalandığı için hapiste olduğu ortaya çıktı.
Bir insan bu kadar karaktersiz olabilir mi, demek oluyormuş!..
10. DESTEKLER VE İŞBÖLÜMÜMÜZ
Sosyalist hareketin değişik bileşenlerinden büyük destek gördük. Mesela,
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden Adliyeye götürülen kişilerin içinde Mihrac Ural
ile birlikte olan Partizan’dan bir arkadaş, kendisinin hiç işkence görmemiş
olduğunu iletti. Kurtuluş’tan ve Kürtlerden de epeyce destek gördük. Herkes bu
heriften nefret ediyordu ve anlaşılan bugüne kadar da birisinin ses çıkarması
beklenmişti.
Tanımadığımız iki kişi internette Mihrac Ural ile yaptıkları yazışmaları
bize iletti. Herif o kadar pervasızdı ki tanımadığı insanlara açık olarak neler
neler anlatmıştı. Anlaşılan, “Bunca zaman geçti artık her şey
unutulmuştur!..” diye düşünüyordu.
Toplam 25 kişi yazılarıyla bu sürece önemli katkılarda bulundu. Herkesin bu
tiple ilgili yaşadıkları vardı.
İbrahim ile aramdaki işbölümü de iyi çalıştı. Ben değişik kanallardan gelen
bilgileri sınıflandırmayı, iç bağlantılarını kurmayı ve sonuçta ortaya bir
tablo çıkarma işini yapıyordum. Tabloda eksik varsa, neyin eksik olduğunu ve bu
eksiğin nerede aranması gerektiğini konuşuyorduk. Neredeyi aramak esas olarak
İbrahim’e düşüyordu. Ne aradığınızı biliyorsanız ve onu nerede aramanız
gerektiğini de aşağı yukarı belirlemişseniz, aradığınızı bulma şansınız hayli
fazladır. Bizde de öyle oldu…
Az sayıda olmayan insanın konuyla ilgili geniş bilgisi vardı ve site
duyuldukça, yazılanlar okundukça, insanlar kendiliklerinden bizimle ilişkiye
geçiyor ve bildiklerini aktarıyorlardı. Her yeni bilgi boşluk dolduruyor ve
tablo gittikçe netleşiyordu. Mihrac Ural’ın Muhabarat elemanı olduğunu zaten
bilmeyen yoktu. Biz bunun 1976 yılı yaz aylarında Antakya’da aramıza girinceye
kadar geriye gittiğini ortaya çıkardık.
1978 Mart operasyonunda polisle anlaşmıştı. Bir ülkenin –Suriye- polisiyle
çalışan, başka ülkeninkiyle neden çalışmasın? Mart 1978’de çok sayıda Acilcinin
yakalanmasının yanı sıra, 1979 sonundaki büyük operasyon da Mart 1978’in devamı
sayılabilirdi. Mihrac Ural tanıdığı herkesi cezaevinde kendisiyle görüşmeye
çağırıyor ve böylece herkes de polis takibine düşüyordu.
Ali Çakmaklı ve Müntecep Kesici’den başlayarak infaz edilmelerinde ön
planda rol oynadığı cinayetleri ortaya çıkardık. Sonuçta iyi iş çıkardık...
Okur çok kısa anlatılan bu süreci adresleri verilen internet kaynaklarından bütün ayrıntılarıyla öğrenebilir.
11. İBRAHİM’İN ARDINDAN…
Önemli ve geleceğe kalacak bir iş yaptık. Bu işte en büyük pay İbrahim
Yalçın’a aittir. Ek olarak, O’nun adı hareketimiz tarihinde İlker Akman ve
Yüksel Eriş ile birlikte anılacaktır. İlker ile Yüksel ne yazık ki çok erken
öldüler. İbrahim Yalçın hareketin kurucuları arasında değildi ama ismi daima ön
planda olacaktır. Örgütlenmede, hapishanelerde ve son olarak da 2008-2013
döneminde önemli işler yaptı…
Her ölüm erken ölümdür ama İbrahim istediklerini önemli oranda yaptıktan
sonra hayata veda etti. Herkes böyle yaşayamaz!
Ey Hayat – THKP-C (Acilciler)
Anıları
başlıklı kitabını bir süre sonra internette de yayınlayacağız. İbrahim’in “Sürekli
not alıyordum ama kitap yazacak durumda değildim, bu site beni yazar yaptı!..”
belirlemesi, 2008-2013 arasındaki site
üzerinden yayın faaliyetinin ne kadar çok işlevi yerine getirdiğini gösterir.
Nebil Rahuma unutulmuştu, hatırlandı. Yüksel Eriş çok az biliniyordu,
bilinir oldu. Ve başlangıçtan beri değişik nedenlerle sürekli karşılaştığımız
olgu yeniden gerçekleşti; isim cisimden çok büyüktü!..
Cisim 1988’de sona erdi ama isim sürüyor. İbrahim Yalçın bu ismin ayrılmaz
bir parçası olarak kalacaktır. Yaptıkları yazdıkları ışığımız olacaktır.
12. ANMALAR
İbrahim Yalçın 13 Nisan 2016’da hayatını kaybetti. Bu yıl 30 Nisan’da
Paris’te anma toplantısı yapılacak ve bunu her yıl tekrarlamayı planlıyoruz.
Adres daha sonra duyurulacaktır.
>> 30 Nisan 2017 Pazar günü saat 14’te Paris'te İbo yoldaşımızın 1. yıl ölüm yıl dönümü dolaysıyla bir anma yapılacak. Toplantımıza yoldaşlarımız, ailelerimiz ve tüm devrimciler davetlidir.
>> 30 Nisan 2017 Pazar günü saat 14’te Paris'te İbo yoldaşımızın 1. yıl ölüm yıl dönümü dolaysıyla bir anma yapılacak. Toplantımıza yoldaşlarımız, ailelerimiz ve tüm devrimciler davetlidir.
ADRES : Restaurant Kibele,
12 rue l'Echiquier 75010 Paris
12 rue l'Echiquier 75010 Paris