« Delikanlı bir çocuktu / Saçları kıvırcıktı / Gözleri ışıl ışıl gülerdi / Bıçkındı çalışkandı / Aşıktı sırılsıklam // Ölesiye sevdalı / Kurtuluşa tutkundu / Sözünden asla caymazdı / Sonsuzluğa gittiğinde / Paris’te sürgündü » İbrahim Yalçın

İBRAHİM YALÇIN'I ANIYORUZ!..

İrfan Dayıoğlu 

“Ancak kendinde devrim yapabilen devrimci olabilir.” 

İbo yoldaşta devrimciliğe kendinde devrim yaparak başlayanlardandı. Yaşamının en güzel çağlarını halkının zulümden kurtuluşu için feda etmekten çekinmeyen ve devrim yolunda ödenecek her bedeli ödemekten kaçınmayan İbo yoldaş artık fiziken bizimle değil. Ancak yüreğimizde yer etmeye ve mücadelemizde yaşamaya devam ediyor, edecek. 

13 Nisan 2016, Acilcilerin en yüreklilerinden İbrahim Yalçın’ı kaybettiğimiz gün. İbrahim ölümünden bir yıl önce pankreas kanseri olmuştu, İbo ile birlikte ben ve Nuray ve büyük oğlu Ulaş doktorla konuşmaya gittiğimizde, doktor hastalığı doğrudan onun yüzüne söyledi. İbrahim bu hastalığı yeneceğine inanıyordu. O ne işkenceler yaşamıştı, birçok defa ölüme çalım atmıştı. Bu hastalığı da yenecekti. Bir yıllık zorlu bir tedavinin sonuç vermemesiyle, dayanılmaz ağrıları dindirebilmek için hastaneye yatmak zorunda kaldı. Hastanede bulunduğu üç hafta boyunca her gün yoldaşları başucundaydı. Her günümüz devrimci marşlarla, türküler ve şarkılarla geçiyordu. 

Yoldaşları ya bizzat gelerek, ya da hemen her gün telefon ederek durumu takip ediyorlardı.  İbrahim bu üç hafta boyunca en ufak bir moralsizlik yaşamadı. Kaybedişimizden birkaç gün önce artık sonucu tahmin ediyordu. İbrahim yoldaş fiziki olarak sonun yaklaştığının bilincindeydi. Ama en ufak bir moralsizlik yaşamadı. Ölümünden bir gün önce Haydar, Cabir, Nuray ve ben başucundaydık. Şakalaşıyordu bizimle ve artık durumu ağırlaşmıştı. Sohbetimizin bir yerinde bana dönerek “moruk ben her şeyi anladım, yolculuk başladı, tek merak ettiğim bu yolculuğun finali” diyerek gülmeye başladı.  Bende bu işin finalini hiç birimiz göremeyiz galiba dedim. 

İbrahim Acilciler için 12 Eylül zindanlarının direniş kahramanıydı. Sonrasında iç ihanete karşı ikircimsiz duruşun sembolü oldu. Ömrünün en güzel yıllarını devrim mücadelesi uğrunda zindanlarda ve sürgünlerde geçirdi.  Devrimci idi. Devrimci gibi yaşadı ve devrimci olarak öldü.  Hiçbir zaman pis burjuva siyasi ayak oyunlarına başvurmadı ve bu yola başvuranları bedeli ne olursa olsun teşhir etmekten kaçınmadı. Onun zaaflarını ona karşı kullanarak kendisine kulluk yaptırmaya çalışanlara asla prim vermedi. 

Dostları düşmanlarından fazlaydı. İnsan olmasını onun zaafı sayanlar büyük yanıldılar. Yıllarca kendilerini İbo yoldaşı karalamakla var etmeye çalışanlar, sonunda derslerini alarak siyaset sahnesinden silindiler. 

İbrahim iyi bir örgütçüydü. Kafasına koyduğunu mutlaka yerine getirmeye çalışırdı. Tek bir isteği vardı, bugünkü duruşları hâlâ solda olan tüm eski yoldaşları bir araya getirmek ve siyaset sahnesinde işe yarayacak bir yapı oluşturmaktı. 

Hasta olmadan önce Kobane olayları olduğunda bütün eski yoldaşlarını arayarak birlikte Kobane’ye gitmeyi teklif ediyordu. Bir gün sohbetimizde “Benim amacım gerçekten oraya gitmek ve elimizden ne geliyorsa onu yapmaktır. Belki bu yaşımızda savaşamayız ama savaşanlara geri cephede yardımcı olabiliriz” dedi. Ve yeterli sayıda insanı bulamamaktan şikayet etti. 

Türk istihbaratının kendisini aradığını bile bile ülkeye gitmek için çok uğraştı. Paris Türk Konsolosluğuna kimlik için başvurdu. Birkaç ay sonra kimliği aldı. Ardından pasaport alma başvurusu yaptı. Konsolosluktan ona bir mektup geldi. Mektupta “size pasaport veremiyoruz ve neden vermediğimizi de açıklamayacağız” yazıyordu. Durum ortadaydı. İbo durumu kabullenemiyordu. Sebebini öğrenmek için defalarca telefon etmiş ve bir iki defa da bizzat konsolosluğa gitmişti. Her seferinde aynı cevabı almıştı. “size pasaport vermeyeceğiz ve sebebini de açıklamayacağız” denilmekteydi. 

Bu nedenle, Fransız vatandaşlığı almak için başvuru yaptı, iki yıl sonra başvurusu reddedildi. Dahası, hastalanmadan az önce Fransız İstihbaratı onu valiliğe davet etti. Kendisi ile birlikte gittim ancak içeriye onu tek aldılar. Türk İstihbaratı İbo için iade isteminde bulunmuştu. İbo ifadesini verdi ve orada iki saate yakın kalarak kendisi hakkında hazırlanan dosyayı inceledi. Dosyada 1988 yılında ANAP binalarına yönelik yapılan bombalama eylemlerini organize etmekten dava açılmıştı. Ne gariptir ki, İbo tam da o dönemde bu eylemleri de eleştirerek örgütten onlarca arkadaşı ile birlikte ayrılmıştı. 

İbrahim’i bir makalede anlatmak çok zor. Yaşamı seviyordu, insanları seviyordu, dünyayı gezmeyi seviyordu. Birlikte birçok Avrupa ülkesini gezdik. Çok iyi araba kullandığı söylenemezdi ama 30 yıla yakın zaman araba kullanmasına karşın, çok büyük kazalar yapmamıştı. Fakat trafik kural ve kaidelerine pek uymazdı. Arabası her zaman çizilmiş, vurulmuş olurdu. Ama sanki Xızır koruyordu onu. Sık sık park ve benzeri cezalar yerdi.  Ehliyetin puanları her zaman bitmek üzereydi.  Direksiyonda telefon kullanmaktan, radar geçmekten hep cezalıydı. 

Bütün bunlara karşı İbo hemen her gün yollardaydı. Bir defasında Paris’ten Almanya’nın Bielefeld kentine kardeşimin cenazesine gidiyorduk. Mesafe 700 kilometre idi. Gece uykusuz olarak gittik. Bir yerde mola verelim dedik. Mola yerine iki kilometre kalmıştı. Arabada üç kişiydik, İbo, Nuray ve ben aman dikkat diyorduk. İbo sorun yok diyordu. Bir anda patırtılar duyduk. Üçümüz de uyumuştuk. Yol kenarında yol çalışması olduğu için plastik koruyucular konmuştu ve İbo uyuduğu için araba o plastikleri devire devire yoldan çıkmak üzereyken üçümüz birden uyandık. Hemen fren yapıp durdu ve aşağı indik, arabanın ön tamponu biraz eğilmişti. Birkaç Alman arabası durup bize yardım etmek istedi. Ancak biz binip Almanların şaşkın bakışları arasında yola devam ettik. 

İbrahim’e ne zaman sağlığına dikkat et, zamanında kan tahlilleri yap desek, “Moruk bende bir şey yok, zaten babam Mızrap Ağa her gün rakı sofrasında yaşadı, 104 yaşında öldü. Ben 60’lı yaşlardayım daha 40 yılım var der” gülerdi. Onun hasta olabileceğini Paris’ten Avusturya’ya gidip geldikten sonra düşünmeye başladık. Yüzü bembeyaz olmuştu ve yorgundu. Yolda iken “ağzım kuruyor” demeye başlamıştı.  Paris’e geri geldikten birkaç gün sonra bizim eve geldi. Hızla kilo kaybediyordu. Kilo kaybının nedeni olarak yaptığı yemek rejimini gösteriyordu. Üç dört ayda 30 kilo vermişti. 

Nuray bu durumun şeker hastalığından kaynaklanabileceğini söyleyerek İbo’nun şekerini ölçtü. Durum çok kötüydü şekeri 560 olmuştu. Hemen insülin yaparak İbo’yu acil hastaneye gönderdik. Şekeri 380 inmişti ama yine de çok aşırıydı. Yapılan tahliller ile önce şeker tedavisine başlandı. Biz tahlillerde ısrar ettik. Çekilen filmler ve yapılan MR sonucu pankreasta bir kütleye rastlandı. Daha sonra oradan alınan parçanın incelemesi sonucu teşhis konuldu.  Hastalık ameliyat ile tedavi edilemeyecek kadar ilerlemişti. Doğrudan kemoterapiye ve ardından birlikte radyoterapiye geçildi. Ancak bir ilerleme sağlanamıyordu. 

Cezaevlerindeki yaşam koşulları, sürgün yaşamı ve yoldaş bildiklerince sırtından hançerlenme İbo’nun bedenini oldukça yıpratmıştı. Tüm diğer hapishaneciler ve Sürgünler gibi onun vücudu da hastalıklara karşı direncini yitirmişti. 

İbrahim yoldaş genç sayılabilecek bir yaşta aramızdan ayrıldı. Ancak yaşanması gereken birçok şeyi yaşamıştı. Hayatı dolu dolu yaşadı.  İki oğlu var, biri Ulaş biri İnan. Ben ona çocuklarının ismiyle THKP-C, THKO ittifakı yapmışsın diyordum.  Çocuklarına ve eşi Tülin’e çok düşkündü. Bir istediklerini iki etmezdi. Elindeki kıt olanaklarla bile onları kimseye muhtaç etmedi. Eğitimleri yaptırdı. Yani gözleri arkada gitmedi. 

Yukarda da belirttim. İbrahim ömrünün son anına kadar halkına, ülkesine, toprağına, yoldaşlarına ve ideallerine bağlı kaldı. Bu uğurda birçoğumuzdan daha büyük bedel ödedi. Bunları görmezden gelen işbirlikçi hainlerce iftiraya uğradı. İftiraya inanmasalar da birçok yoldaşı tarafından yalnız bırakıldı. Ancak o doğru bildiği yoldan hiç şaşmadı. İç ihanetin açığa çıkarılıp teşhir ve tecrit edilmesinde kilit rol oynadı. Gazeteci oldu, yazar oldu. Paris’e yolu düşen devrimcilerin mihmandarı, karşılayanı, sahip çıkanı oldu. 

Bundan dolayı mutlu ve bahtiyardı. Giderken gözleri arkada kalmayacaktı. İnanıyordu ki; yoldaşları onun istemlerini yerine getirecekler ve devrimci ideallerine bağlı kalacaklardır.