« Delikanlı bir çocuktu / Saçları kıvırcıktı / Gözleri ışıl ışıl gülerdi / Bıçkındı çalışkandı / Aşıktı sırılsıklam // Ölesiye sevdalı / Kurtuluşa tutkundu / Sözünden asla caymazdı / Sonsuzluğa gittiğinde / Paris’te sürgündü » İbrahim Yalçın

BİZ HİÇ AYRILMADIK SENİNLE!.


Cabir Hasan


Nisan ayı bizim için yüreğimizin acıdığı ve bir yanımızın eksildiği aydır. 2 Yıl oldu İbo’muzun kızıl yıldızlarla buluşması. Uzun yıllar direnci, inadı ve umudu harmanlaştırarak bir mücadele sürdüren İbo’muzun aramızdan fiziki olarak ayrılışının 2’nci yılında anısı önünde eğilerek saygıyla anıyorum ve özlemle selamlıyorum.

Demişlerdi ki “Ölenle ölünmez, sen de zamanla alışırsın!..” İbo yoldaşım, iki yıl geçti ama ben hâlâ senin yokluğuna alışamadım. Nuray ve Dayı yoldaşlarla ne zaman bir araya gelsek, mutlaka seninle geçirdiğimiz anılarımızı konuşuruz ve hüzünleriniz.

Seninle birlikteyken hiç önemsemediğim saatleri, günleri, ayları, mevsimleri, yılları şimdi ne kadar çok arıyorum. Ve ne kadar acıdır ki bir kez daha birlikte mücadele edip, birlikte güleceğimiz zamanımızın asla olmayacağı gerçeğinin karşısında, bir yanımın hep eksik ve buruk olması hayatın gerçeğidir.

Bizler senin hayallerini gerçekleştirmek için güçlü adımlarla yürümeye devam ediyoruz. Senin özlemini çektiğin ve hayallerin olan ülkemizi barış ve demokrasiye kavuşturmak için var gücümüzle çalışıyoruz.

Ben burada İbo yoldaşla kısa bir anımı anlatacağım. Bence bir anı yazılacaksa anının yaşadığı gibi yazılması gerekir. Anıların sadece iyi yanları yazılıp kötü yanları bir kenara atılmaz, yoksa anının anlamı kalmaz.

Hiç unutamayacağımız İbo’muzla olan anılarımıza nerden başlayacağımı gerçekten bilmiyorum. O kadar anılarımız var ki hangisini anlatacağıma karar veremiyorum. Yaşadığımız Paris sürgün hayatı içinde kimi zaman bir birimizden uzak kalmış olduğumuz zaman olsa bile hiçbir zaman birbirimizden ayrılamadık.

Dedim ya hangi unutulmaz anısı iyisiyle kötüsüyle paylaştığımız anıların hangisinden başlayım diye. Yunanistan Kos adasındaki anıları mı, yoksa İsviçre’ye Haydar yoldaşa giderken İsviçre anıları mı, hangisi? Yoksa inşaatlarda en zor şartlar altında çalıştığımız anıları mı? Daha nice anılarımız var, çünkü biz 29 yıl hiç ayrılamadık. Her anının unutulmaz bir yeri var içimde. Ben inşaat sektöründe çalıştığım zamanda kısada olsa İbo’yla anılarımı anlatmaya çalışacağım. Şu anda bile bu kısa anımı yazarken İbo’nun o sevecen gülüşü gözlerimin önünde canlanarak bir filim gibi geçiyor.

İbo çalışmıyordu aldığı sosyal yardımla yaşamaya çalışıyordu. Ben de inşaat sektöründeydim. Genelde işten sonra belirli saate Dayı ben ve İbo bir kahvede buluşur, kahvemizi içer, Türkiye deki durumu ve dünyadaki siyasi gelişmeleri gözden geçirirdik ve yoldaşlarımızı nasıl toparlayacağımız üzerinde sohbet ederdik. Bu haftada en az 1 ve ya 2 defa olurdu. Benim de işlerim yoğundu. 

Bu sohbetlerin birinde “İbo yoldaş, boş dolaşacağına gel yanımda çalış, hem bana yardım etmiş olursun, hem de boş kalmamış olursun” dedim. Benim amacım İbo’yu yaşadığı ekonomik sıkıntıdan çıkarmaktı. Dayı, İbo’ya “Ya sen nasıl çalışacaksın? Cabir’in işi çok ağır, dayana bilir misin?” dedi. Dayı haklıydı, zira İbo hayatının büyük bölümünü öğrencilikle ve cezaevinde geçirdiği için çalışmamış biriydi. Sürgünde de ticari işlerle uğraşmıştı, fiziki olarak hiç çalışmamıştı.

Ben de İbo’ya “Yoldaş ben senden bir şey istemiyorum, sadece iş arabasını alacaksın, ben şantiyeye gideceğim, sen de farklı bir şantiyeye gideceksin. Arabada olan çalışma malzemelerini sabah erkenden işçilere götüreceksin ve yanlarında kalacaksın. Bir şey lazım olursa mağazaya gidip eksik olan malzemelerini alacaksın, onlara getireceksin. Akşam da işçiler iş bitişinde malzemeyi arabaya koyacaklar, sen de arabayı alıp evine gideceksin…” dedim.

Dayı “İşte bu güzel” deyince İbo hemen oradan atladı. En çok kullandığı kelimeyle; “Ya moruk, çok iyi olur, ben kâğıtlı çalışmalıyım, yoksa durumum kötü…” dedi. “Tamam!..” dedim. Hemen orda kartının fotokopilerini aldım ve resmi olarak işe başlattım. “Oh, güvenebileceğim bir yoldaşım yanımda artık, gözüm arkada kalmaz, başka şantiyelerde!..”diye devam ettim. İbo resmi olarak yanımda çalışmaya başladı.

Üç gün sonra, İbo’nun olacağı şantiyede çalışan işçilerden telefon geldi. “Cabir Usta bu Cemal nerede? (Eskiden beri İbo çevrede Cemal olarak tanınıyordu) Saat öğlen oldu adam yok, nasıl olur?” dediler. Hemen telefona sarıldım ve Cemal’i aradım. Benim çok sinirli olduğumu biliyor. “Ya yoldaş neredesin?..” dedim.

Bana “Kahvedeyim, çorba içmeye geldim” dedi. İşin garip yanı çorba içtiği yerle malzemeyi bırakacak yer arası 5 dakika arabayla. “Ya yoldaş, başta malzemeyi bırakıp sonra çorbana gitsen olmaz mı?” dedim.

Küplere bindiğimi anladı. “Moruk gidiyorum” diyerek telefonu kapattı.

Baktım ki böyle olmayacak bu sefer bulunduğum şantiyeye aldım. Hava buz gibi sabah daha işbaşı yapmadan “Cabir yoldaş bu soğukta çalışılır mı?” dedi. Ben de “Ne yapalım, ay başı geldiğinde bu kadar insana nasıl maaşlarını vereceğiz?“ dedim. O da “Haklısın ama zor!..“ dedi.

Ben makinenin üzerindeyim, vida sıkıyorum, vidalarım bitince İbo’ya bağırdım, “vidalardan getirsene” dedim. Ama baktım ki ses yok Allah Allah bu adam nereye gider. Ben sıfırın altında 5 derece de vidaları sıkmaya çalışıyorum, adam kayboldu. Ben sonunda inmek zorunda kaldım.

Neyse, belki de tuvalete gitmiştir diye düşündüm. Soyunma odasında biraz kendimi ısıtayım dedim. Ne göreyim İbo sigarasını yakmış ayaklarını kalorifere koymuş kahvesini içiyor. İşte o anda ben hopladım; “Yahu ben orada donarak çalışırken sen buradasın!..” dedim. İbo hiçbir şey olmamış gibi “Ya moruk, sana hayranım, bu soğuk altında nasıl dayanıyorsun, valla ben dayanamadım…” dedi. Benim vidalar gevşedi. “Neyse, o zaman git kahveye orda otur, ben de bunları bitirince gelirim“ dedim.

Aradan birkaç ay geçti. Ben başka yerde, kendisi başka yerde çalışıyoruz. İş arabasını vurmuş. Arabada bir insan kafasının geçeceği bir delik açılmış. Arabayı inşaat çöpüne vurmuş. Bana söylemiyor. Dayıya söylüyor. “Ya ben arabayı kötü vurdum. Dayı onun nasıl sinirli olduğunu bilirsin, sinirlendiğinde önünü göremez!..” demiş. Dayı da “keşke söyleseydin” deyince, İbo “söyleyemiyorum” demiş.

Neyse kazadan 2 gün sonra İbo’yu aradım. “Yoldaş yarın filan şantiyeye gidiyoruz, sen de oraya gel, her birimizde bir araba var... ” dedim. İbo geldi hemen. “Arabanın anahtarını ver onun içinden bir malzeme alacağım” dedim. Anahtarı aldım arabaya gittim ki kocaman bir delik var. “Cemal yoldaş bu delik nedir böyle? Bu delikten isteyen istediği malzemeyi çalacak büyüklüğünde nasıl oldu kaza mı yaptın?.. ” dedim?

“Yok moruk, biz terastayken şantiyeye malzeme indiren tır vardı geri geri gelirken arabaya çarpmış gitmiş” diye cevap verdi. “İyi de yakalayamadınız mı?” “Yok ya moruk, ben de sana söyleyecektim” dedi ama söyledikleri bana pek inandırıcı gelmedi.

“Neyse tamam yoldaş” dedim. Dışarıya çıktım. Aynı şantiyede “kaza” dediği gün çalışan başka birisini çağırdım, aynı soruyu ona sordum. “Ya tır arabamızı çarpıyor, arabada kocaman bir delik açıyor, hiç biriniz görmüyorsunuz. Bu nasıl iş?.. ” dedim. O sıra adam demez mi, “Ne tırı ya, Cemal abi çöpe vurdu, tır mır yok, sen hiç dikkat etmedin mi? Hiç birimiz onun arabasına binmiyoruz, çünkü çok tehlikeli kullanıyor, pimi çekilmiş bomba gibi gidiyor.”

Neyse bunu deyince ben daha işbaşı yapmadan soyunma odasına gittim ve bütün işçilerin elbiselerini değiştirdiği yerden başka bir bölüme Cemal yoldaşımı çektim, arabada olan delik benim zoruma hiç gitmemişti ama bana söylememesi, benden saklaması ve farklı anlatması benim çok zoruma gitmişti. “Sana söyleyecektim ama çok sinirleneceksin diye söylemedim!..” dedi.

Ben de aslında benden sakladığın için sinirlendim ve kötü bir şekilde sinirlenmiştim hemen dedim arabanın anahtarını ver ve treni al eve git dedim. Hiç sesini çıkarmadan işi bırakmasını ve eve gitmesini istemiştim. Benim bu tavrımı Dayı’ya şikâyet etmiş. Dayı da “Ona söyleseydin böyle olmazdı, Cabir seni yanına aldı ona yardımcı olman için, sen ise işçilerin başında bulunacağına, onlara zamanında malzeme götüreceğine kahveye gidiyorsun!..” demiş.

Ama her şeye rağmen, ufak tefek tartışmalara ve kızgınlıklara rağmen biz bir birimizde hiç ayrılamadık.